14 Aralık 2010 Salı

döndün mü?




Sabahlara kadar tekrar düşündüm neden fotoğrafları hiç sevmediğimi! Neden fotoğraf karelerine bu kadar uzak olduğumu. Çünkü o kareler çekildiğinde güzel, gülümsediğin o anlara sonra tekrar baktığında genelde hep canını yakar, acıtır, ağlatır! Sen bir karenin içinde sadece o anı değil aynı zamanda bir dönemi ya da geçmişi anlamlandıran onca şeyi hapsetmişsindir haberin olmadan.

Bir anlık heves ile tuşa basmanla sanki o zaman dilimi, buzdolabı poşetine konup saklanır! Yeri geldiğinde hemen çıkartıp bakmak imkansız çünkü önce üzerini kaplamış olan buzların çözülmesini beklemek gerekir! Buzlar çözülür o kesin, ne dayanabilir ki zamana? Yavaş yavaş erir o saklayıp, ölümsüzleştirdiğin an... Odaya yayılır, bir mikrop gibi içine işler, hemen ölüm kolay olanıdır ama o kareyi çekerken hesap edilmeyen şey, hiç bir zaman kolay olmayanı seçmektir. Usul usul girer bünyeye, genelde de o kareye müebbet olan gözlerinden içeri.. Sen sadece masum bir anı sarıp, saklayıp mahremine alırken hiç birisi aklına gelmez bunların!

O anı ölümsüzleştirmek neden istenir ki sorusu, tüm odalarda ve hep kaygan zeminde cevaplar yuvarlar üzerine. Hep gidecek ya da gitme ihtimali olan dudaklardan çıkan sarhoş bilinçsizliğine benzer, her bir fotoğraf karesi! Zaten sonra da yanında olacaksa o zaman o anı neden saklıyorsun ki, yan yana olduktan sonra onu veya en az onun kadar güzel olan bir başka anı yine yaşarsın ki.. Yoksa bir gün gitmesinden, ölmesinden korktuğun için mi bu çaba? Tüm bir hayat "o anların" toplamı değil midir? Koca bir binaysa hayat, fotoğraf kareleri o binayı oluşturan tuğlalar değil midir? İşte düşünmez o an; yan yana, yana yana, göz göze hatta el ele gülümseyenler...


Bir kağıttan yola çıkan tüm çözümlemeler hep bir noktaya, hain bir köşeciye götürür seni... Soğuk bir salonda ellerini ovuşturmaya başlamıştır bile sen bunları düşünürken! İhmale gelmez, onu kandırdığını sanarak yaşaman sana daha afili bir küfürden fazlasını getirmez! Pusuda bir yerlerde hep seni izliyordur, dişlerinin arasında kocaman bir intikam duygusu ile... Vakit ile ilgili bir sorunu da yoktur, her an çıkabilir karşına.. Onunla doğmuşsundur ama karışarak kalabalık dünyanın renkli ışıklarına bir an belki de bir ömür unutmussundur.

Bu durum aslında başı ve sonu belli olan bir kitap bir film, belki de bir başyapıt hayatında..Oyuncular ise hiç de öyle neonlu lambalarda isimleri yazılacak cinsten değildir. Birisi bildiğin, sürekli aynada gördüğün sen diğeri ise seni boş odada ya da herhangi bir bankta, kuyrukta, küvezde ve sonunda mezarda bekleyen yalnızlığın...İşte ete kemiğe bürünmüş seni odada bekleyen şeyin adı "yalnızlık". Tanımı ve tarifi kolay fakat inanması zor olan şey! Öyle demir bir leblebi gibi oturur boğazına, karşı koyduğun an ise hiç bir şey yapmaz! Bilir ki geri ona döneceksin, bilir ki bir ömrü çok sesli koro olarak geçirsen bile beyaz bir kefende seni yine o karşılayacak! İşte o yüzden sürekli uzaklardan bir yerlerden izliyordur seni ve uygun bir anında koşa koşa sana sarılmak isteyecek! Karışınca kalabalık sokaklara, evde yükselen seslere kandığında kapıyı hızla vurup gider yanından...Aileni, sevdiğini, arkadaşlarını koyduğunda onun yerine aldatılan herkes gibi o da çekip gider yanından. Fakat bu aldatışa ve yalnız olmadığına ne kadar inanırsan dönüşte daha da sert vurur şamarını!

Ne kadar çok inanırsan çok sesliliğe ve unutursan onu, yalnızlık sana döndüğünde daha bir canın yanar...Soluğun kesilir, şurana bir ağrı çöker, dudakların kurur mora çalar, ellerin inatla sigaraya dökülür, uykularının ortasını bir serseri bıçak deler, gözünü dikersin tavana, istem dışı dizlerin oynar, saçların her elini atışında bir tutam daha azalır, doymadan kalkarsın tüm sofralardan, eline yapışır dışı kirlenmiş bir kadeh, küfür ağzına yerleşir, rüyalarının ortasında gözlerin sulanır, çatlamış ellerindeki çizikler her yumruk sıkışında daha bir yakar canını, hangi duvara vurursan vur başını gerçeği değiştirmez, hiç bir kapı zili seni heyecanlandırmaz, posta kutusu sürekli boştur, yazıp okuduğun her satır iç çektirir, yaralı bir hayvan gibi sağa sola saldırır, bağırıp çağırırsın...

Yalnızlık ilk görüşte yaşanmak zorunda olan aşk gibidir! İlk defa gösterdiğinde yüzünü kaçırmadan ve itiraz etmeden bağlanılması zorunlu bir sevgilidir. Çünkü ne aldatılabilir ne de unutulabilir! Yapılacak en iyi şey her an onun yanında olduğunu bilerek yaşamaktır.
-----------------------------------------------------------------------------
" Yalnızın odasında ikinci bir yalnızlıktır ayna"
Ö. Asaf

8 Aralık 2010 Çarşamba

sıfırlamak



Tek solukta denilecek türden, yalın-basit ama vurgulu bir hikaye... Annesi yüzünden kadınlardan korkan, çekinen, onları bir nazar objesi olarak gören muhasebeci Hüsamettin'in hikayesi...

“Hüsamettin Bey'in son otuz yılda okuduğu sadece vergi kanunlarıyla, bakanlık tebliğleriydi. Yazarları, çatık kaşlı, somurtkan, ciddi adamlardı. Oysa öykü ya da roman yazarları, kadın olsun, erkek olsun, ciddi insanlar değillerdi. Düş orospularıydı. Kötü yola düşmüşlerdi. Ama, el sürdürmez bakirelere benzerlerdi. Bazıları gerçekten bakireydi. Ama fahişe tavırları takınırlardı.

Tek tük olsa da, bunların bir de düzgün olanları vardı. Ne var ki, bunlar da keçiboynuzuna benzerdi. Ürettikleri bir damla balı tatmak için, bir çeki odun çiğnemek gerekirdi. Kafa sağlığına sahip öykü ya da roman yazarlarına, tarih içinde henüz rastlanmamıştı. Roman okumayı hafiflik saydığı için, Hüsamettin Bey bu tımarhane tarikatından uzak yaşadı.”

Kitaptan seçtiğim motto ise şu " ömrü bir tünel olmuştu. Öbür uçta, uzakta bir ışık görür, ona doğru yürürdü. O yürüdükçe ışık uzaklaşır, o yürümeyi sürdürürdü. Işık da uzaklaşmayı sürdürürdü. Hüsamettin bunu hayatının oyunu kabul etmişti. Tünel-ışık-Hüsamettin-süreç. Bunların hepsi tek bir bütündü. ÖMÜR."

1 Aralık 2010 Çarşamba

kutlu olsun



"2006 yılında rakıseverlerin buluşma noktası BüyükKeyif'te bir araya gelen rakı erbapları tarafından Aralık ayının ilk haftası Dünya Rakı Haftası olarak ilan edildi. O günden bugüne dünyanın dört bir yanında kâh evlerinde kâh dünyanın farklı yerlerindeki meyhanelerde kutlamalar yapan rakıseverler kadehlerini daha da gönülden yudumladılar.

Balığı bol, mevsimi soğuk, geceleri uzun ve harflerinden rakı yazılabilen yegâne ay olan Aralık ayının ilk haftasının, yani Dünya Rakı Haftası*nın açılışını hep beraber yapıyoruz. Hem de İstanbul'da meyhane denilince ilk akla gelen semtlerden olan Kumkapı'da!"


İnsan evladına sabah sabah böyle duyuru mu yapılır..Devamı için şuraya lütfen