17 Ağustos 2012 Cuma

ara


"Antalya, dünya üzerinde kendine ait güneşi olan tek kenttir. Bu güneş ısıtmaz ama ıslatır. Kanser yapmaz ama kan kusturur. Irkçı bir orospu çocuğudur. Turisti bronzlaştırırken, çalışanı buharlaştırır. O kadar erken doğar ki geceyi kimse anımsamaz. Güneş Antalya'ya Isparta'dan yakındır. Kirpik terletir, dudak yapıştırır...."(Malafa)


 

Özellikle son bir haftadır beynimin ırzına geçen, döner koltukta göt çürüttüren ve buna "uzmanlık" diyen çarktan kaçıp biraz nefes almak için; vergi, analiz, süreç, envanter vb. saçma sapan sözcükleri çıktığım kapının arkasında bırakarak, o kapının anahtarını da denize atmak için artık bir tarafı hep eksik kalacak Attalosa gidiyorum...

Beyaz yakalı, hijyenik ortamlara mola, kaka çocukların arasına karışınca sakallar fora!

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Dokuz Altı Yollarında



."...Dokuz altı yollarında bir zincir boğazımda
Sıkar sıkar gevşetemem, ağlayamam
Ayda yılda bir kaçamak
Kaçsak bile yaşama bak
Dokuz altı yollarında gülmek yasak!

Savrulmuşuz odalara 
Bahara, dağlara hasret
Şu gördüğün döner koltuk
Sanki ömür törpüleyen rulet!"

12 Ağustos 2012 Pazar

rakamzen


"Hiç pişman olmayacağımı bilerek, sorgulamadan hep peşinden gittim sevdiğimin. Augusto Pérez; gibi -tam da umudumu kesmişken- yeryüzündeki bir harikaya gönlümü verdim, onun sayesinde diğer güzelliklerin farkına vardım. Yaşama amacımı aradım, bulduğumu sandım; fakat beni yaratan çoktan kaderimi çizmiş, hasta yatağımda son sözümü o’nun adını söyleyecek şekilde beni terk etmişti. Arda; gibi her dokunduğum kadında Melis'i aradım daha sonra. dünyayı dolaştım ama yetmedi… Hep eksik olan bir şey vardı. Yeraltı’na girdim. Ne yalnız başına refahı, ne de yalnız başına acıyı yeğledim. Zverkov’la aramın açık olmasına rağmen o veda şölenine katıldım, yedim, içtim, dağıttım… Gıli gıli Salih gibi kolera sokağında zamanı okşayamadım. Ele avuca sığmadım, serserilikle delikanlılığı aynı kefeye koymadım. Savruldu raconun pelerini o zarif ökeme, zaman ki bana hasta oldu, incelikli haytaydım. tutumlu bir hüzünle açıldı hep aşk piyasası… Tek bir soru vardı aklımda hep “Madde mi ağır? Mana mı?” Mösyö Meursault oldum sonra her bir sorumun cevabı “fark etmez…”di. Raskolnikov gibi işlediğim suçların kendimce hep haklı bir sebebi vardı. Müstahak gibi geçmişe dair hiçbir iz bırakmadım zihnimde, baştan yeniden başladım. En sonunda Werther gibi genç bir aşığın bütün bunalımlarını yaşadım. Lotte’nin elleri titreyerek verdiği silahı öptüm, kokladım. Her şeye bir nokta koydum. Sulusepken yağarken tabutumu gömdürdüm. " 
Dedi rakamzen.

Rakamzen: "Yazan, hesaplayan" diye yazıyor sözlükte. 12 senedir bir çok anı ve on numara adam diye geçiyor özlükte. Yaşanan o acı vedadan sonra bir de bu de bu kısa ayrılık geldi çattı. Rakamzen'i 156 günlüğüne yeşil bir üniforma ile faşizmin kollarına uğurlayacağım gece, bir sigara yakıp veda havası çalmak istedim. Zeytinyağlı barbunya, kavun, beyaz peynir ve kulüp rakısı ile yaşanan o "sefa pezevengi" akşamların haşarı çocuğu şimdilik kendine iyi bak... Her ne kadar sen soğuk bir ocak günü dönecek olsanda, çektire çektire söylüyorum " sana söz yine baharlar gelecek"

Bu arada unutmadan onlar sana "o şeyleri" zorla ezberlettirmeden, benim kendi istibdat günlerimde yazdığım şu sözleri bir kağıda yaz ve cüzdanının zulasında sakla. Nöbetlerde okursun...

1) İnsanları bir araya getiren, coğrafyayı ülke yapan; demir korkusu değil! İnsanca yaşamanın onurudur. Onur herhangi bir şekle sığmaz.

2) Kalem komutların üzerindedir. DOLDURulamaz, BOŞALTılamaz, EMNİYETE ALınamaz.

3) Kestikçe saçlarımı, altından köklere işlemiş ne düşünceler çıkıyor.

4) Kağıttan yapılan gemiler batmaz, uçaklar düşmez. Çünkü onlar çocuksu eserlerdir.

5) Üşüyorsan fikrine sarıl...


2 Ağustos 2012 Perşembe

A.B.C

"Evet, yolun sonunda iki adam, şiirin bile fayda etmediği, 
çünkü şiir çaredir bir bakıma ölüme, özellikle de son dize ve her şeye çengel atan kafiye."




Annelerimizin güzelce yıkayıp, jilet gibi ütülediği mavi önlükler üzerimizdeydi. O yıllarda, bazen kücük adamlar bazen de kocaman çocuklar oluyorduk. Aslına bakarsan biz, bu araftan bir ömür boyu kurtulamayan kısa pantalonlu fırlamalardık. Biraz daha açarsak kalemin ucunu, yazgının envayi çeşit roller verdiği hayatta, senaryoyu çok da umursamayan, acayip oyunculardık.

İlkokulda seni ilk gördüğüm günler hayal meyal aklımda... Yanaklarında belli belirsiz çiller vardı, yüzündeki çiller, yıllar içinde silindi gitti. Sonra, yuvarlak camlı, kahverengi bir gözlüğün vardı. O camların altından bakardı siyah gözlerin, kısık kısık gülerdin. Bir de  senin "doğuştan modelli" dediğin siyah, sert saçların vardı. Sonraları A. ile benim saçlarım tel tel dökülürken, senin bitki örtünü anlamaya çalışırdık. Ve sesin. Büyüdükçe tonunu bulup kulağıma kazındı! O zamandan belliydi birlikte bas bariton küfürler edeceğimiz.

Hatırlamadın mı o zamanları? Bak hani kovalamaca oynarken önlüğümüzün yaka düğmesinin koptuğu, top oynadıktan sonra  okulun arka bahçesindeki çeşmelere ağzımızı dayayıp kana kana su içtiğimiz, hani harçlığı alınca kantinden buz gibi fruko alıp kafaya diktiğimiz zamanlar vardı ya işte, o dönemden bahsediyorum. hatırladın değil mi? O zamanlar A. Beşiktaşlıydı hani, senin yüzünden  sonra Galatasaraylı olmuştu.

Hayat sürüyor, zaman geçiyordu  ve onca şey ile birlikte bizde değişiyorduk. Hazırlıktı, ortaokuldu derken aynı sıralarda usul usul büyüdük, boyumuz uzadı, sesimiz çatallaştı, sakallarımız çıkmaya başladı. En çok da bu ara makara yapıyordunuz benimle. Sıra ile okul kapısından sınıflara girerken müdür hep benim sakalıma karışıyor, siz derse girerken beni berbere gönderiyordu.

Derken geldi çattı lise, kendi tavımızda dövüldüğümüz, on numara kafa çekip otuz iki dişimizle güldüğümüz, hıçkıra hıçkıra ağlayıp bir gün bile birbirimizi yalnız bırakmadığımız, ayağımızda kumlu terliklerle dersaneye gidip, çıkışta kale yamacında çekirdek yiyip şarap içtiğimiz bitmeyesice  yıllar...

Üniversiteye gittiğimizde zaten tüketmiştik çoğu yaşanmışlığı, bok var her şeyi erkenden görünce ne olacaksa!   İyiden iyiye belirgenleşti yüz çizgilerimiz. Hatta okul bitince iş güç kovalayacağımız aklımıza  gelmeye başlamıştı. Sürekli, siktir et diyip şimdi içinde bulunduğumuz günleri ötelemeye çalışıyorduk. Dönünce kaldığımız yerden devam etmek için enteresan planlar yapıyorduk.


Ve biliyor musun, hep sorarlar bana ne zaman başladın kalem oynatmaya, yazı yazmaya diye? Bak işte itiraf ediyorum. Lisedeydik, hani benim aileden ayrılıp yalnız yaşamaya başladığım meczup mahzeni, geyik meclisi  o ev vardı ya? Hani altında tekel bayi olan şer yuvası.. İşte sen yine bir akşam aradın beni, ben tam da öss bokuna ders çalışmaya niyetliydim, gıcır bir test kitabı açtım pinekliyordum o esnada. Canım sıkılıyor konuşalım demiştin. Eyvallahı duymadan da kapıyı çalmıştın, elinde münferit poşetlerle. İşte o gece sen  eve döndüğünde, ben de derse tekrar döneyim istedim; ancak kafamın göt gibi olması nedeniyle kalem başka amaca yöneldi. Hiç unutmam o alman karıdan kalma yeşil kağıtlardan birisini aldım önüme ve başladım bir şeyler yazmaya.. İşte katrankaranın müsebbihi de sensin.


Berhan'ım! kardeşim, sen yoksun artık. 3 yıldır direndiğin o lanet hastalık seni aldı aramızdan ve biz sütten kesilmiş bebe gibi kalakaldık. Nefesimiz kesildi, kör bıçakla doğradılar etimizi, kızgın demirle deştiler ciğerimizi. Gözyaşlarımız taştı, dudaklarımız kurudu. Anlamlandıramadık, anlayamadık bu vedayı. Beraber geçen yirmi iki koca senenin her bir anını, seni beklerken A.  ile   birlikte o gece yeniden yaşadık. Ben böyle bir sessizliğin geceyi yırttığını daha önce hiç duymadım. Daha önce hiçbir bekleyiş canımızı  böyle yakmadı. Birbirimize sarılıp çok ağlamıştık; ancak hiçbir hıçkırık yumruk yemiş gibi oturmamıştı boğazımıza!

Şimdi sen söyle? Adını hangi dağa bağırsam içim hafifler? Hangi deryayı, denizi yutsam içimin yangını söner? Hangi kağıt hangi kalem yaşanmış o yılların anılarını yazmaya yeter? Gözlerimi nereye assam yaşları kurur? Neleri alıp içsem senin vedanı bize unutturur?

Üzerine toprak bırakırken, sanki kocaman bir dağ üzerime yıkıldı. Ama sakın yanlış anlama, onlar toprak değil; orada üşüme diye sana giydirilmiş tertemiz bir libastı...