28 Eylül 2012 Cuma

eylül



Bir türlü gelemeyen sonbaharın mevsimsel sıkıntısı gibi kasıldıkça kasılıyor bedenim. Sıkılan yumrukların arasından çiçek açmasına temenni bir düşün, kendi içinde sızlayan belirsizliği arasında lime lime edilmiş cümlelerin, hadım edilmiş fikirlerin ayyuka çıkmasıyla sicim sicim akıyor yaşlarım...

İnsanlardan bu kadar kaçarken, onların içinde neden bu kadar çok bulunmak zorunda olduğum fikrini hep bir sigara izmariti  gibi küllüğe söndürürken, "katrankara" gözlere insan kaçması, duman kaçmasından daha da can yakan bir durum olarak hep karşıma çıkıyor.

Sarhoş bir sessizliği tercih edip cümle kağıtların ve kitap sayfalarının arasında nefeslenmek isterken, çatlamış topraklara yağan sağanak yağmur gibi kuru düşüncelerim ıslanıyor, bilinmeyen ve gereksiz onca cümle kurmuş dudaklarımı alkole esir ediyorum. 

Tadını alamadığım bir sigarayı kibrit ile ateşleyip, saf dil sözlerimin bir otogar emanetçisine bırakılan valizler gibi sağa sola atılmasını izliyorum. Panzehirini bilmediğim hayatı, bir ilaç şişesi gibi üstünkörü kafama dikiyorum!











25 Eylül 2012 Salı

Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı.

Daha dün akşam yemeğimizi yemiş, pinekliyorduk evde cani ile
Haberlerde durumunun ağırlaştığını öğrenince dedim;  olur da çıkamazsa hastaneden o zaman biz iflah olmayız diye...



"Gonul dagıma" kar yağdı. Babam ölse bu kadar üzülmezdim.
Bir röportajında soru soran gazeteciye "Ben az bilir, az söylerim siz çok anlayın" demişti.
Hayatım boyunca dinlerken hep çok anladım, hep çok ağladım.


Hep sazını  canlı dinleyeceğim, bir iki  duble  içip yutkuna yutkuna iç çekeceğim, bir iki duble daha içip zangır zangır ağlayacağım, matiz olunca da sigarayı sigaradan yakıp susup oturacağım bir konserine gidebilmeyi düşlemiştim. Kısmet olmadı...
Sazında ve sözünde, akın da garanın da hakkını verirdi, gurban olduğum!
Her türküsü, her bozlağı ciğerimi deşerken ustayı ben en sevdiğim türküsüyle anacağım bu gece..


 


Ruhu şad olsun.

11 Eylül 2012 Salı

Toprağın Çocukları

"Ümidi gerçekten bilenler, ondan mahrum kalmak istemezler. Ümitlerini kaybetmezler..."



Hasanoğlan Köy Enstitüsü özelinde, Köy Enstitülerini konu alan Toprağın Çocukları isimli film 14 Eylül'de vizyona girecek. 1940'lı yılların başında değişen konjonktüre uyum sağlamak amacıyla, ithal ikameci sanayileşme politikasına geçişte kalkınma hamlesine köylerden başlamak istenmiş; bu nedenle de Sovyetler Birliğinden esinlenerek Köy Enstitüleri kurulmuştur. Rol model olarak alınan bu mektepler, daha sonra ne hikmetse! Truman Doktrini çerçevesinde gelen yardımların kesilmesi endişesiyle "günümüzde bu konuda en çok yaygara koparan parti" tarafından kapatılmıştır. Kapatılma hadisesi, kendisini "ortanın solu" olarak gören bu partiye yakışan bir ironi ile "bu mekteplerin komünist yuvası  olarak görülmesi"  acziyetinde saklıdır. Neyse fazla siyaset yazıp "okları" üzerime çekmeyeyim. Filme geçeyim..


Yönetmenliğini Ali Adnan Özgür'ün yaptığı filmin oyuncu kadrosu bence on numara şaheser. Erkan Can, Bahtiyar Engin, Şebnem Sönmez, Suzan Kardeş ve Ufuk Bayraktar gibi inanılmaz karakter oyuncularına sahip film maalesef! her ilde ve her sinemada gösterilemeyecek. Aslında bu durum bile ayrı bir yazı konusu olabilir. 2012 yılında hala bazı kitapların yasaklanmasından bahsettiğimiz bu ülke için böyle bir film bile çok  ama şimdi ekranın karşısında "ucuz spartaküslük" yapmanın alemi yok. Neyse ben kamu vicdanı için duyuru/hatırlatmamı yaptım. İzleyen olursa efendicene yorumunu yazar..



4 Eylül 2012 Salı

oblomov

Bu mutlu insanların inancına göre hayat olduğundan başka türlü olamaz, olmamalıdır; 
zaten herkes de onlar gibi yaşıyordur, başka biçimde yaşamak günahtır. 


Belki de uykulu ve uyuşuk bir hayatın sonsuz sessizliği, hareketsizliği, maceraların, tehlikelerin, korkuların yokluğu, insanı gerçek hayatın ortasında bir hayal dünyası yaratmaya götürüyor ve işsiz düşüncesi bu hayal dünyasında istediği gibi at oynatıyor, ya da olanın bitenin nedenini onun dışında arayarak en tabii olayları, onlarla hiç ilgisi olmayan nedenlere bağlıyor. 


Derdi olduğu zaman duyduğu üzüntü yağmurda şemsiye açmak kabilindendi. Üzülmesi de uyuşuk bir tevekkülden ziyade bir öfkeye benzerdi.
Istırabına sabırla katlanırdı, çünkü sebebini başkalarında değil, kendinde arardı. Sevinçleri de yoldan çiçek toplar gibi koparır ve daha solmadan atardı.; böylece her zevkin dibindeki acı tortuyu tatmazdı. 
Onun istediği, hayatı basit görmek ve olduğu gibi almaktı. Hayat sorunlarını çöze çöze zorluklarını daha iyi takdir ediyor ve yolunun yanlış yönde gittiğini görüp de doğru yolu bulunca içinden bununla övünüyor ve mutlu oluyordu. 
Kendi kendine çok defa: " Basit yaşamak çok zor, çok karışık bir iş" diyordu. Hayat yolunun nerede düğümlendiğini, işin nerede bozulduğunu çabucak görürdü. 
En çok korktuğu şey hayaldi. Bu ikiyüzlü yol arkadaşı, bir bakıma dost, bir bakıma düşman; inanmadığın zaman dost, tatlı akışına kapılıp gittiğin zaman düşman..."