21 Şubat 2009 Cumartesi

bekl-emekçisi



En yalın haliyle cama bakıyorlardı,yüzleri tüm bekleyenlerin ifadesi ile aynıydı..durumun farklı yansımaları yüzlerinden okunuyordu, ortak bir kelimeyi iki yanından çekiştirdiler!istenmeyen bir karartı iki kalemin ucunda son buldu ve karaladıkları sayfa ortadan ikiye bölündü..Beklemenin farklı çekimleri,tasvirleri,anlamları... Persona non grata & katrankara ortak yazımı...


Hayat hep bir şeyleri beklemekle geçiyor; zaman beklemezken sizi, siz zamanın beklediğiniz anla buluşmasını bekliyorsunuz.
Küçüktünüz beklediniz.
Büyüdünüz beklediniz.
Bir oyuncakken beklenilen, bir kişi oldu.
Bir günken beklenilen, bir an oldu.
Bir mutlulukken beklenilen, bir tatlı huzur oldu.
Ama hep bekledik, bekledim.
Çoğu zaman beklediğimden habersiz durdum o yolun orta yerinde.
Çoğu zaman beklemekten usanıp bekledim, bir şeyleri.
Çoğu zaman atıp tutarken bekleme hakkında, ayaklarım inatla bastı o bekleme noktasına; ne bir adım geri gittim, ne ileri.
Çoğu zaman beklenilenin gelmeyeceğini bile bile bekledi ayaklarım.
Sol yanım bir baskı uyguladı, oynamadı ayaklarım.
Beklenilen geldi bazen: “Bak, bekledim ama değdi” dediniz.
Bazen gelmedi: “Belki başına bir şey geldi” dediniz, endişelendiniz ama beklediniz, bekledim.
Orada burada şurada bekleyenler, beklenilenler oldu.
Bir haber geldi, bir diğer günü beklediniz.
Bir gelen gitti, dönmesini beklediniz.
Bir istasyon misali: İlk gelenler, gidenlerin dönmesini bekleyenler, dönmeyecek olanları bekleyenler, gelmemiş ama geleceği umulanları bekleyenler…
“x daha gelmedi, sizi bekleme salonuna alayım.”
Beklenilene duyulan özlem kadar durdunuz o salonda.
Oksijeninizin yettiği kadar.
Umudunuzun olduğu kadar; her ne kadar yalanlasanız da çoğu zaman umudunuzun varlığını, beklediniz.
Bekledim.
Beklenilen benden habersizken belki, belki benden hoşnut değilken, belki de onu pek çok kişi bekliyorken, bekledim.
Hala o istasyonda ya da o salonlarda bir yerlerdeyim.
Beklenenin gelmediği kadar bekliyorum.
Oksijenim tükeniyor gün be gün, beklemek tükenmiyor.

************************************************************************************************
Herşey tek söz ile başladı ! o kün dedi oldu..Bize de geriye beklemek düştü!Sanırım bu oluş ile ortaya çıktı olumsuzluğun bir diğer adı beklemek.” Beklemek için yaşamak, yaşamak için beklemek..” gibi labirent bir cümle , delirecek kadar sınırları zorlayan bekleme referanslarından sonra ortaya çıktı. Akik renginde bir sabır, karanlıkta kalan bir hiç gelmeyen, alacalı bir kabul ediş yapıştı tuale..

Haybeden bir kelime ve yine mecbur bir süreç beklemek! Cicileri giydirmeye gerek yok; kandıramayacak kadar can yakan, acıtan, ağlatan, susturan, bezdiren hatta bazen öldüren vazgeçilmez bir olgunun tek yön istikameti…Hayatın özünde açıkça ortaya konsada anlayası gelmez hiçbir ademin, Havvalar ise tahammülden iyice uzak..Beklemek için vardır bünye, silkelenmez ki anlasınlar…Bir kişiyi, bir olayı, bir haberi, bölük pörçük onca zamanı hem de çoğunda sermayesiz! Farkında bile değildir çoğu, doğmanın, ölümü beklemenin ilk günü olduğunun…

Beklemek çok çetrefilli bir olay, sancılı bir doğum gibi yaşanır ve tüm ihtimaller istemeden de olsa göz önüne alınır. Uzun sürenleri için vazgeçilemez ve inkar edilemez olarak bilimum kalabalık mekanlarda karşımıza “bekleme odası- bekleme salonu “ gibi karşımıza çıkar..
Farklı tepkilere hazırlıklıdır beklemek, doğumla üzerimize emanet fıtrata göre hareket etmez! Sevimsiz ve acımasız duyguları kişi ayırt etmeksizin havaya bırakır. Sen istediğin kadar acar küfürlerini sırala, hepsi saman alevi gibi erir gider karşısında… Beklemek karabasanı olmuştur hayatın, uyuyup uyumadığında umurunda değildir! Sanki uyanınca bu karabasan kaybolacak, beklediğin şey ya da kişi gelecek hissi, yalnızca tükettiğin alkolün optimist psikozu olabilir. Ne zaman ki sendeleyerek tuvalete yürürsün, afyonun patlamadan; işte o an değişen bir şey olmadığını görürsün! Beklenene daha çok vardır. Böyle kandırılmış bir vaziyette iki durum çıkar karşına, ilkinde koşar adım yatağa gömülüp kaldığın yerden uykuna dönüp, beklediğini unutmak istersin, ya da yatak altında bir kılıç olur, gerçeklik sabah gibi doğar gözünün bebeğine, gözlerin duvardaki gölgelere takılır, beklediğin şey her neyse yetmez gibi, bir halka daha eklersin galip tarafa, başlarsın bu sefer sabahı beklemeye…

Doğum ile ölüm arasında geniş bir alanı, bir hayatı kaplayan bu kavram şekilden şekile girer, gardırobunda çeşitli kıyafetler ile tanınmayacak şekilde karşımıza çıkar.Konusu, zamanı, kişisi vs.. o kadar geniştir ki, hiç gelmeyeceği hiç olmayacağı da yazarsak hesap iyice kabarır ve ödemeye güç yetmez…Bu bekleme ete kemiğe bürünüp, öznel olunca kavuşma ile ki bu kavuşma çoğu zaman hiç gelmeyeceği beklediğimiz için gölgeye sarılmakla sonuçlanır. Diğeri ise daha soyut bir vaziyette uçup giden zamanın, takvimlere düşen çentikleridir. Olası bir nihayeti zaman başlatır zaman bitirir. Bize düşen izmaritleri ayakkabının topuğu ile sımsıkı öldürüp, iç geçirip mütemadiyen sağa sola saçma sapan volta atmaktır. Çoğu zaman beklemek ve istemek girift olmuş, nihayet asansöründe istemek ilk tuş olarak tüm kışkırtıcılığı ile parlamakta, istek ile ateşlenen ilk fitil hiç olmadık şekilde bekleme azabını doğurmakta….

Beklemenin mezesi, cümlenin içinde devamlı beraber kullanıldığı bir de sabır vardır. Hep akiğe benzer.Basit ve gösterişsiz dursa da içi sırlarla kaplı….Bunlar çekemezler birbirlerini, sabır yapı itibariyle uysaldır. Efendice siner bir köşeye, işkencelere teslim olmaz, kışkırtmalara gelmez, ne o bölgeye ne o ağaca ne de o elmaya dokunmamıştır… Beklemek ortaya çıkış itibariyle genç bir rakip olsa da, sabır tecrübeli bir aydede gibi kaplar geceyi..

Beklemenin araçları vardır. Tamamen onun için icat edilmiş, kılıktan kılığa sokulmuş, cümle alemin aynı amaç için farklı şekillerde isimlendirdiği sırt çantası..Yay gibi her yeri saran saatler ve her an ok gibi yerinden fırlayıp kesecek gibi duran akrebi yelkovanı vardır. Gün, dibine su döktükçe büyür ay olur, yıl olur, sonra her gün bir sayfası koparılacak üzeri şifalı şifasız şeylerle dolu yapraklar verir, takviminiz şaşmadıysa eğer..İşte burada tekrar kırmızı ışığa yakalanır bekleyen!Yol ayrımı varıdır ince hesaplara gebe..Yolun birinin sonunda soru işareti diğerinde ise nokta bekler.Beklenen, özlenen, istenen zamanı belli, zarfı kapalı,bir kavuşma bayramında mı gelecek, noktanın elini öpmeye..yoksa diğer yola sapıp tarihi belli olmayan, kaderine terk edilmiş, üzerindeki yazıları silinmiş, bir takvim sayfasının arasına sıkışmış da, soru işareti çengel vazifesi mi yapıyor?

Kimse inkar edip geçiştiremeyeceği için ve öyle doğrudan tüketemeyeceği için illa buna hafifleticiler bulunsundu, ki öyle de yapılmış..Bekleme yalanları vardır ya da iyi niyet süslemeleri diyelim. En çok duyulan, yayvan ağızların söylemi “beklemekten ve bekletilmekten hiç hoşlanmam” Kırıtarak söylerken buna inanır haspam!sanki bilmez varoluş amacını, Beklemenin zırhını delemeyip, inşaatını yıkamadıkları için olmayan güzelliklerini sayar yalancı tezgahtarlar.Sabretmeyi öğreniyorsun, olgunlaşıyorsun, tecrübe hep bunlar…Sanki her işte herkesin tecrübesi olmak zorunda gibi, inkar güdüleri bunlar…..
Kabul ediş ve alışma ise en ajite kısmıdır.İşte fıtrat burada müdahaleye başlar.Bi bok yapamayacağını idrak ettiği anda gözlerini tek bir sabit noktaya dikip durduğun yere gömülürsün. İlk yaştopun kayarken yanaklarından, derin ve sessiz bir şekilde tekil yalnızlığa bürünüp, kendi sessizliğinde kaybolursun. Kanına karışan o şey her neyse, hafifçe esir alır seni.Derince yutkunup zaman tüketim aletlerine küsersin.Duvardaki saatin çıkardığı sesler küfür gibi gelir. Daha önce yırtıp attığın takvim yapraklarını bu sefer yırtıp atmak istersin.Sanki beklediğin şeye hemen ulaştıracak gibi…Kültablasında küllerden bir dağ oluşur, son izmariti de diğerlerinin yanına gösterişsiz bir törenle gömersin.Bulduğun en yakın kalem ile muharebeye girer kağıdı öldürüp her yanına mürekkep sıçratırsın.Senden önceki savaşçılar ile karşılaşırsın.Onca şarkı, şiir yazı olay kağıtlara gömülmüştür. Bunlar ancak o durakta aklına gelir.Nerede duracağı hatta durup durmayacağı belli olmayan bekleme otobüsünde çalan şarkılara kapılıp, onca bekleme arşivini okursun.Dikkatini çeken ise bekleme olgusunu herkesin kabul edip, çok fazla soru işaretine boğmadan süreci ya da sonucu ele almasıdır.Değil mi ya ne kadar da çok şey söylemmiş beklemek ile ilgili……

Sonsuzluğa yayılır gideni ve hiç gelmeyeni beklemek, bu işin en kallavi halidir.Fark edilmek için, beklediğini göstermek için, tüm ışıkları yaksanda, çok sesliliğin tuşuna basıp, tekmil kainata haber versende, yine de elden bir şey gelmez..Belki her gün görürsün, duyarsın sesini, düşünde geniş bir temizlik yaparsın o gelecek diye,her yere onun afili bir fotoğrafını asarsın, 4 odalı kalbinin tüm kiracılarını çıkarır, gözüne sokacak bir “sahibinden satılık “ tabelası asarsın,Gözlerin kaçsa da gözlerinden, bir önce ki çarpışma bekleme sürecine hala etki etmektedir.

-Ulan bu hiç gelmeyecek, denilen uğramaz mı bile?
Geçerken de mi?...
Hiç mi…
Ama…..

O kadar hazırlık yaptık, haberi yok!Küçük bir çocuk olup, elin cebinde abansam zile, “müsaitseniz bu akşam ve takip eden akşamlar oturmaya gelin, hatta gündüzleri de gelin, hiçbir işim yok!” diye sorulsa alışılmadık bir kimlikte…Hiç beklemiyordum tabağı bizde kalmış, bende içine ben hep bekliyordum koyup iade etsem….


Hiç yorum yok: