"Su testisi, sen kırılana kadar su yolunda gider."
"Yaşarken böyle görmüyordum durumu. Çünkü yaşayan herkesin bir geleceği vardır. Sadece ölüler gerçek anlamda hayatlarının bilançosunu çıkarabilir, çünkü artık yaşamaları gerekmiyordur. Yaşamak zorunda olan kişiyse, ne kadar saçma ve gerçeklikten uzak olsa da, günün birinde tecrübelerinden ders alacağına ve hayatındaki kimi şeyleri değiştireceğine inandırır kendini. Daha iyi yapacağına.
Yürümesini, yemek yemesini ve konuşmasını öğrenir, bunun amacını sorarız kendimize. Dil, tarih ve coğrafya, matematik ve fizik öğrenir, bunun amacını sorarız kendimize. Aşık olur ya da olmaz, evlenir ya da evlenmez, çocuk yapar ya da yapmaz ve bunun amacını sorarız kendimize. Tembel tembel yatar, gezintiye çıkar, görevlerini yerine getirir, okur ve bunun amacını sorarız kendimize. Yaşar ve bunun amacını sorarız kendimize... Bir tek ölürken her türlü soru gereksiz hale gelir."
"Her zamanki megolamanimizle kendimizi ve dünyayı yeni baştan keşfettiğimize inanır, ama aslında hep aynı kalıbı tekrarlarız. Yeni düşüncelerle düşündüğümüzü sanırız, ama bunlar hep düşünülmüş düşüncelerdir. Küçük sapmalarla. Dünyayı izler, sevinç duyar, güler ya da ağlarız ve dünyayı kendimize has bir şekilde izlediğimizi, kendimize has bir şekilde sevinç duyduğumuzu, kendimize has bir şekilde güldüğümüzü ya da kendimize has bir şekilde ağladığımızı sanırız. Ama dünyayı, bizden önceki herkesin yaptığı gibi izleriz. Yaşlandığımız için mutlu oluruz, tıpkı büyümeyi bekleyen çocuklar gibi; köpeklere güler, erkekler, kadınlar ya da çocuklar yüzünden ağlarız; anımsar ama sonra anımsamayız; dünyanın üzerine bir peçe iner, sonra kalkar, ardından yeniden iner ve kalkar. Doğarız ve ölürüz. Hepimiz."
"Her şeyin eskisi gibi olabileceğini düşünürüz hep. Ama bu doğru değildir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Hiçbir şey. Kırışıklar hiçbir zaman düzleşmeyecektir. Ne duruş bozukluklarımız, ne görme, işitme duyularımızdaki zayıflıklar ne de eklemlerimizdeki hasarlar giderilebilir cinstendir. Bir bacak kırığı, her şeyi değiştirir; tıpkı her burkulma, her deneyim, her aşk ve her sitem gibi. Her şey ardında izini bırakır. Özellikle de hayat.."
Kendi kararınla çizdin yolunu. Çizilmiş her şeyin hüviyetidir bir neşter yarası. Görünce, duyunca yaranın kanadığı -miş'siz bir geçmiş zaman hatırası...
Ne oyuna girebildin koşa koşa, ne de hava kararınca eve dönen çocuklar gibi çıkabildin oyundan umarsızca. Kendi gönlünce vakit geçirme beyhudeliği evinden taşan, sokağa yakışmayan!
Arafta kalmanın görüntüsünü aynaya her baktığında yaşıyorsun. Her sabah içini kemiren o "garip şey" ile savaşıyorsun. Gözlerinin nemi taze bir sonbahardan kalma...
Bedeninin işgal ettiği yerlerde aklın sürekli o yaşadığın "kısa mizansenin" perdesinde, ağzında kalan bir parça tadın esrikliğinde, başka tatların fersah fersah ötesinde!
Uzun bir "aralıktan" sonra duyduğun hiçbir söz içindeki kocaman boşluğu kapatmıyor, hiçbir rüzgar saçlarını bir tül perde gibi uçuramıyor. Çoğul bir yalnızlığın takviminde her gün yırttığın o sayfanın hayatının bir günü olduğunu kavrayamıyorsun.
Kapanmaya yüz tutmuş bir dükkan gibi düşlerin, hayati burguların tükenmekte ve gülümsemek bir küfür gibi yakışmıyor tüm kalabalıklarda yalnız olana!
Nefes almak için başını göğe her kaldırışında, sözüm ona "maviliklerin" üzerinde gerçeğin "siyahını" görüyorsun. Gün bilmez, mevsim tanımaz iç çekişlerinde özünden uzak her bir mutluluk anında bir mermer yontusundan, asfaltta çiçek açmasını beklediğin gibi ağzında kalan o tattan bir parça bulmaya çalışıyorsun! Yaşadığın şeyin istediğin olmadığını bildiğin için tek bir adım bile gidemiyorsun.. İnkar ederek yaşamayı tercih ediyorsun.
"...Halbuki sarhoş olmasaydım vurmazdım Adamakıllı ağlasaydım yahut Mavi tulumbalar gibi Bir ışık boydan boya yolu donattı Ortada ben yoktum şaşırdım Paltosu eskiydi sevindim Merhaba dedim yüzüme baktı Cebinde gazeteleri vardı. Çektim herifi bir daha vurdum..."