28 Şubat 2013 Perşembe

Onca Yoksulluk Varken

...Ama onu da anlamak gerekir, çünkü elinde kalan tek şey yaşamdı. İnsanlar yaşama her şeyden çok önem verirler. Dünyadaki bütün öbür güzel şeyleri düşündüğümüzde, bu bayağı garip bile gelebilir. 



"Bence iyi uyuyanlar dürüst olmayanlardır. Çünkü hiçbir şeyi takmazlar, oysa dürüst insanlar gözlerini kırpamazlar, her şeyi dert edinirler. Yoksa dürüst olmazlardı."


"Bir insanın en önemli parçaları kalple kafadır, en pahalıya patlayanlar da onlardır. Kalp durursa artık işinizi eskisi gibi yürütemezsiniz, kafa her şeyden kopup doğru dürüst işlemeye başlarsa da kişi niteliklerini yitirir, artık yaşamdan hiçbir yarar göremez. Sanıyorum yaşamaya çok gençken girişmek gerekir, çünkü sonradan bütün değerinizi yitiriyorsunuz, kimse de size bağışta bulunacak değildir."


"...ama ben pek öyle mutluluk meraklısı değilimdir, yaşamı yeğlerim yine. Mutluluk bir süprüntü, acımasızın tekidir, ona asıl yaşamasını öğretmek gerekir. Aynı yolun yolcusu değiliz biz onunla, hiç de yüz vermem kendisine. Henüz hiç politika yapmadım, çünkü hep birinin yararına oluyor, ama mutluluğun domuzluk etmesini engellemek için birtakım yasalar gerekir. Size aynen düşündüğümü söylüyorum, haksızım belki, ama mutlu olmak için iğneler yaptıracak değilim. Allah kahretsin. Size mutluluktan söz etmeyeceğim artık, çünkü bir şiddet nöbetine tutulmak istemiyorum, ama mösyö Hamil anlatımı olmayan şeylere yatkınlığım olduğunu söylüyor. Asıl, anlatımı olmayan şeyleri deşmek gerekir, diyor, asıl oralarda dönüyor her şey."


"Dünyada o kadar bol miktarda ilgisiz var ki, aynı anda hem dağa hem deniz kıyısına gidilemeyen tatillerdeki gibi seçmek zorunda kalıyorsunuz. Dünyadaki ilgisizliklerin içinde en çok hangisi hoşunuza gidiyorsa onu seçmek zorundasınız, insanlar hep bu tip şeylerin arasında en iyi ve en pahalı ne varsa onu seçerler, milyonlara mal olan naziler ya da vietnam gibi. Geçmişinde zaten yeterince acı çekmiş, asansörsüz bir altıncı kattaki bir yahudiyle gereken ilgiyi çekip televizyona geçecek değildik tabii, yok artık deve. İnsanın ilgisini çekmek için milyonlar gerekir, milyonlar, onlara da içerlememeliyiz, çünkü sayılar küçüldükçe verilen değer de o denli azalır."

11 Şubat 2013 Pazartesi

+1


Yeni yaşımda yeni umutların, yeni yaşamın ilk günü... Belki de yeniden doğdum.

6 Şubat 2013 Çarşamba

Ankara

"Yolculuk etme çılgınlığı topofobiden kaynaklanıyor, filotopiden değil; çok yolculuk yapan, vardığı yeri arayan değildir, ayrıldığı yerden kaçarcasına çekip gidendir." diye bir kısım çengellemiştim Miguel de Unamuno'nun SİS isimli kitabında. 



Hiçbir zaman dar alan milliyetçisi olmadım. Hiçbir şehri diğeri ile kıyaslamadım. Karşıma hep aynı soru ve yüzler çıkması nedeniyle şehirlerden ne nefret ettim ne de aşk ile bağlandım. Sonuçta insanlar vardı her yerde ve hiçbir insan ikametgahı  farklı diye gözüme  farklı görünmedi. Şehirler farklı olsa da içlerini dolduran insanlar aynı olduğu için;  yaşadığım, içinden bir kere bile geçmiş olduğum şehirlere bakış açım hep aynıydı. 

Ve Ankara da bunlardan birisiydi benim için. Burada yaşadığım tüm  güzellikler, acılar, şaşkınlıklar, beklentiler, huzursuzluklar, heyecanlar ve daha nice haller bir kaç cümlede anlatılacak kadar tuzsuz ve kısa değil muhakkak. Ancak, kısa değil diye tümüyle kestirip atmak ise en hafif tabiriyle onca zamana saygısızlık olacağı için en yalın ve bana özel hallerini paylaşmak istedim.

Ankarayı hep kitaplar ile birlikte anacağım, buraya geldiğimden beri o kadar çok kitap okumuşum ki, taşınırken 6-7 koli kitap paketlerken şaşırdım. Benim için; AŞTİ'de bile kitap tezgahlarının bulunması Ankara'nın başkent olmasından daha önemli bir olgu olarak sürekli hatırlanacak.

ve bunun yanı sıra ilk olarak bir aralık gecesi banliyo treninde hissettiğim ayazını, insanın psikolojisinin içine sıçan kuru bozkır sıcağını, sanki koca şehir sözleşmiş gibi boşalan yaz tatillerini, pantolon paçalarının düşmanı "tüküren kaldırımları"nı, her mevsim huzurlu ağaç gölgeliklerini, insanları izlemekten sarhoş olamadığım Sakarya Caddesindeki saçma sapan barlarını, her gün üzerinden geçmeme rağmen tesiri hiçbir zaman üzerimden gitmeyen Tunalı Hilmi Caddesini, kimsenin sevmemesine rağmen benim çok sevdiğim gri renkli gökyüzünü, hava karardıktan sonra boş sokaklarını-bulvarlarını, hiçbir zaman içlerinde ne iş yapıldığını anlamadığım kocaman taş binalarını, takım elbiseli ve kıdemli bıyıklarını, "fikrim"i, "biber"i, çiftlikte ünlenmesine rağmen benim için Gençlik Caddesinde efsane olan kokoreçini, bitmek bilmeyen öğrenci eylemlerini ve memur yürüyüşlerini, Neşet Ertaş'ı, bozlağını, kaşığını, "sen benim kim olduğumu biliyor musun"u, kuğulu parkını, proleter hikayelerini, kıyak meyhanelerini, tatlı su solcularını-ucuz spartaküslerini, önünden geçerken içeri girenlerin hikayelerini merak ettiğim pavyonlarını, la bebe'ni, fıskiyelerini ve hepsini özetleyen tevazu içindeki yaşamını...
unutmayacağım Ankara.




katrankara artık istanbulda.