6 Şubat 2013 Çarşamba

Ankara

"Yolculuk etme çılgınlığı topofobiden kaynaklanıyor, filotopiden değil; çok yolculuk yapan, vardığı yeri arayan değildir, ayrıldığı yerden kaçarcasına çekip gidendir." diye bir kısım çengellemiştim Miguel de Unamuno'nun SİS isimli kitabında. 



Hiçbir zaman dar alan milliyetçisi olmadım. Hiçbir şehri diğeri ile kıyaslamadım. Karşıma hep aynı soru ve yüzler çıkması nedeniyle şehirlerden ne nefret ettim ne de aşk ile bağlandım. Sonuçta insanlar vardı her yerde ve hiçbir insan ikametgahı  farklı diye gözüme  farklı görünmedi. Şehirler farklı olsa da içlerini dolduran insanlar aynı olduğu için;  yaşadığım, içinden bir kere bile geçmiş olduğum şehirlere bakış açım hep aynıydı. 

Ve Ankara da bunlardan birisiydi benim için. Burada yaşadığım tüm  güzellikler, acılar, şaşkınlıklar, beklentiler, huzursuzluklar, heyecanlar ve daha nice haller bir kaç cümlede anlatılacak kadar tuzsuz ve kısa değil muhakkak. Ancak, kısa değil diye tümüyle kestirip atmak ise en hafif tabiriyle onca zamana saygısızlık olacağı için en yalın ve bana özel hallerini paylaşmak istedim.

Ankarayı hep kitaplar ile birlikte anacağım, buraya geldiğimden beri o kadar çok kitap okumuşum ki, taşınırken 6-7 koli kitap paketlerken şaşırdım. Benim için; AŞTİ'de bile kitap tezgahlarının bulunması Ankara'nın başkent olmasından daha önemli bir olgu olarak sürekli hatırlanacak.

ve bunun yanı sıra ilk olarak bir aralık gecesi banliyo treninde hissettiğim ayazını, insanın psikolojisinin içine sıçan kuru bozkır sıcağını, sanki koca şehir sözleşmiş gibi boşalan yaz tatillerini, pantolon paçalarının düşmanı "tüküren kaldırımları"nı, her mevsim huzurlu ağaç gölgeliklerini, insanları izlemekten sarhoş olamadığım Sakarya Caddesindeki saçma sapan barlarını, her gün üzerinden geçmeme rağmen tesiri hiçbir zaman üzerimden gitmeyen Tunalı Hilmi Caddesini, kimsenin sevmemesine rağmen benim çok sevdiğim gri renkli gökyüzünü, hava karardıktan sonra boş sokaklarını-bulvarlarını, hiçbir zaman içlerinde ne iş yapıldığını anlamadığım kocaman taş binalarını, takım elbiseli ve kıdemli bıyıklarını, "fikrim"i, "biber"i, çiftlikte ünlenmesine rağmen benim için Gençlik Caddesinde efsane olan kokoreçini, bitmek bilmeyen öğrenci eylemlerini ve memur yürüyüşlerini, Neşet Ertaş'ı, bozlağını, kaşığını, "sen benim kim olduğumu biliyor musun"u, kuğulu parkını, proleter hikayelerini, kıyak meyhanelerini, tatlı su solcularını-ucuz spartaküslerini, önünden geçerken içeri girenlerin hikayelerini merak ettiğim pavyonlarını, la bebe'ni, fıskiyelerini ve hepsini özetleyen tevazu içindeki yaşamını...
unutmayacağım Ankara.




katrankara artık istanbulda.

Hiç yorum yok: