30 Kasım 2011 Çarşamba

Deniz Türküsü


Girdiğin aynada geçmiş gibi diğer küreye
sorma bir saniye şüpheyle sakın: Yol nereye?
ayılıp neşeni yükseltici sarhoşluktan
yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan
duy tabiatta biraz sen de ilah olduğunu
ruh erer varlığının zevkine duymakla bunu
çıktığın yolda bugün yelken açık, yapayalnız
gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız
yürü! hür Maviliğin bittiği son hadde kadar

İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar



Yahya Kemal Beyatlı'nın müthiş eseri "Deniz Türküsü"... İlk izlediğimde aklıma, akla sığmayacak şeyler geldi....!!!! Kısa film tadında yapılmış klibimsi..
Yönetmen: Reha Erdem, Okuyan: Cüneyt Türel, Müzik: Fuat Domaniç...

25 Kasım 2011 Cuma

likit


Sesler yükseldikçe, ortalık bembeyaz oluyordu! Oysa gece yarısını çoktan tüketmişti kalan yarısı içinse sorgusuzca ilerliyordu... Devamlı başı önde, cümleleri onaylayan, sigarasını küllüğe efendicene bırakan, -di'li ya da -miş'li olması hiç farketmez bir geçmiş söze bulaştıkça, bünyesi yanıyordu er kişinin! Kalbi çarpıyordu her aklına geldiğinde katrankarası yarım bırakılmış paragraflar ve maalesef paragrafların neden tamamlanamadığının hala faili meçhuldü...


Teşekkür etti kalktı masadan, sonra odadan çıktı, bunu ev izledi, sonra dünya, en sonra zaman... Bırakıyordu her bir parçayı buraya ait olan! Siyaha çalan renkteydi gözlerinin altı, avuçları terlemişti sıkılmaktan her zaman olduğu gibi ve olsundu, yürünsündü... Son sigaranın görevi neydi? Almalıydı paketten hıncını, sıkıştırıp buruşturup bıraktı, sokağın ortasından akan yağmur suyuna... Birden hızlanıp en yakın kanalizasyon deliğine sürüklenip ölmesini izledi... Çok uygundu hayata her şey! Görevi bittikten sonra ve mümkünse hızla, birşeylerin altına girip yok olması...


Adımları yavaşlayarak seyreldi, kimsesiz ve ışığı aksak sokak lambalarının altına salına salına inen damlalar; sanki onun üzerine taarruza geçmişti, avuçlarının arasında koruduğu sigarasından derin bir nefes alarak, sanki derinden bir "of" çekermişcesine bıraktı dışarı çıkmaz olasıca dumanı, fikri masada kalmış yağmur kaçağı...


Bitmez gibi olmuştu kısacık yol, elini cebine attığında soru işaretleri avuçlarını keser gibi acıttı, aniden öfke ile çekti elini.. Birden derin bir düşten uyanmışcasına ürkek, korkak ve şaşkın bir ifade ile sokak lambasının altına oturdu... Başını öne eğerek gözyaşlarının yağmur suyuna karışmasını izledi... Hıçkırıkları şimşekle birlikte patlıyor, sanki olanlara hükmedecek gibi direniyordu...


Sırılsıklamdı gece, gizlenmişti ay, saatler geceyi hızla kemirirken evine ulaşmıştı...

fakat düşleri kupkuruydu hala!


23 Kasım 2011 Çarşamba

yasak



Elma,
kabuğundan ayrıldığı zaman
renk değiştirir.
Ne tuhaf
Sevmek renk değiştiriyor
ve ben;
bir elma sapı gibi şahitlik ediyorum
ağacın yargıcına...

21 Kasım 2011 Pazartesi

muhtemel, muhakkak...


"Henüz ona dair hiçbir şey bilmediğimi, bütün hükümlerimin tasavvur ve hayallerime dayandığını biliyordum. Bununla beraber, asla aldanmadığıma dair sarsılmaz kanaatim vardı.Hayatım müddetince hep onu aramış, onu beklemiştim. Bütün dikkatimi, bütün varlığını bir noktaya biriktirerek her tarafta bu insanı araştıran, her rast geldiğini bu bakımdan tetkik ede ede adeta marazi bir meleke ve hassasiyet kesp eden hislerimin yanılmasına imkan var mıydı? Bu hisler şimdiye kadar asla hata etmemişlerdi...." (Kürk Mantolu Madonna)


Tekrar okurken bu satırları, derin bir uykunun pamuk kollarına düşmüştü önce gözleri sonra düşleri... Tüm bu cümleler uzak iklimlerin, denizin, mavi mürekkebin doldurduğu bir kalemin çoktan koparılıp el altında saklanan sayfasına yazılarak hem gecesinde hem gündüzünde karşısına çıkıyordu... Sedyesiz bir kalp çarpıntısı cümlelerin orta yerine serilmiş, gözlerin uzaklara dalması ile kendini çoktan kaybettiriyordu! Bildiği tüm kelimeleri yan yana getirerek oluşturduğu kalkanı bile delip geçiyordu, o kocaman tasavvur...

Nereden çıktığı bilinmeyen bir yağmura yakalanmak gibi ya da kuvvetli bir tesadüfün ense köküne indirdiği kocaman bir şamar gibi hissetti tüm olanları... Benzetmek isterken tüm yaşadıklarını her hangi bir zamana ya da olaya, düşünüp gülümsedi benzemiyordu olan hiç bir şey ne güneşe ne de aya!

Varsıl bir kelime tüccarı gibi alıp satıyordu tüm cümlelerini, güneşin battığı noktada ve bir ay ışığının sonsuz beyazlığında kendisini mahmur bir sarhoşluğun kollarında dizginliyordu! Gözleri dalıp giderken herhangi bir odanın dingin bir köşesine, kocaman bir heyecan kasırgası söz gelimi bir rahatlığı yatağından ediyordu... Üşüyünce üzerine alacağı o beyaz kağıdı, daha sıkı olsun diye boydan boya "zırvaları" ile donatmış, "varsın olsun" denen her saniyeyi parmak hesabı ile sayıyordu!

Saat ilerleyince çıkarıp yokladı köstekli kalbini iç cebinden ve bu yoğun tiktaklar da neyin nesi diye keskin bir bakış fırlattı emektarına, hani biraz endişeyle gülümseme arası, bir cümle yarısı, beklemenin sarısı ve olmaz olası samimi bir solukla... Bir zımpara ağzı gibi dudakları, umudun dişlilerinden çıkmış kocaman cümlelerin keskin uçlarını yontuyor rengi, dokusu, kokusu, tadı belli bir masanın orta yerinde servis ediyordu!

Bir temaşa sahnesinin orta yerinde, el değil söz çabukluğu marifetken, heyecanlı damlalar sırtına akıyor, bu kadar sıvı kaybını derya, deniz ve tekmil su birikintileri hayretle izliyordu... Sözcüklerin tuğlalarını oluşturduğu bir kalenin surlarına çarpıyordu tüm düşlerin, imgelerin, manaların ve solukların uyanışı, tıpkıbasım bir zaman dilimini hıncını kağıtlardan alırcasına yırtıyor, gözlerini güneş ışınlarının dik vurduğu perde aralığından aslında çokta uzak olmayan uzaklara dikerek bir günaydını misafir ediyordu...

15 Kasım 2011 Salı

Es!


Hızla atmıştı adımlarını, dört nala hislerinin ayaklarına yaptığı istem dışı baskının sonucu, saniyeleri birbirine ekleyerek ilerliyordu... Üşümüştü elleri, korkaktı elleri, yenikti elleri, birleştirip nefesiyle ısıtmayı denerken, kendi halini, yalın halini gözlerini kısarak düşündü...
Soğuk hissedebileceği kadar işlemişti içine, zaten içine işleyen herşeyi saymak da çok zor değildi...Yutkunarak, kapıyı araladı, dışarıda bırakmıştı tüm düşüncelerini, sadece bir çift gözün görebileceği kadar hayranlık, mono suskunluğa yeter biraz acı, önceki geceden hazırlanmış yarım yamalak bazı düşler almıştı yanına..
Uzunca zamandır bilerek ve isteyerek müptezeli olmuştu gecenin, koca evreni keşfe gider gibi her gün yepyeni şeyler buluyordu soluksuz susmalarında...
Sanki içinde harlanan ateşi, bir kaç parça buz söndürecek diye, üşütmüştü güzelim nimeti...
Bembeyaz bir buğu oluşmuş kadehin çevresinde, üşümüş parmaklarının arasından kadeh kaymadan ilk yudumu almasıyla, "elleri ceplerinde vitrinin önünde en sevdiği oyuncağı ağlaya ağlaya seyreden" çocuk bilincinde, en az onun kadar istekli, bekleyişine geçti... Sanki yine yavaşlamıştı her şey, zaman durmamıştı ama sürüncemesini yapıyordu, her ton içine işliyor, ağır hareketleri aklına mıh gibi çakıyordu, mavi bir rüzgar sanki üzerinde koca bir kasırga yaratıyordu..Gözlerini kapatıp açarken, sanki mevsimler değişiyordu hiç habersiz..

Hani tarifi olmaz ya acının, hani içine işlemeden bilemezsin, hani ne kelimelere dökebilirsin ne de susabilirsin, zamanı durdurmak gibi soyut fikirler seni kuşattığında, gerginliğini çevrenden ve kendinden çıkarırsın, bir isim bulamazsın, karşı koyamazsın, hesaplamazsın, yalnızca yaşarsın...Sanki üzerine çökmüştür koca dağlar, sanki derya deniz içinde boğulmak üzeresin, yanmakta da olabilirsin kor alevlerin içinde, dev bir çığ altında donabilirsinde... Tariften bulunamayacak kadar çıkmaz sokak bir acı, gözleri kapalı, başını buz gibi cama yaslamış bir düş, nafile bir sızı, kelimeleri coşturan duygu..Tüm nizami parçaların bütünleşmiş kelimesi, yürek kabarmasının kahve fallarında çıkmayan hali, susma orucunun günah işleten yaramazı, uyku kaçıran, düş yaratan halsizi, kaplarken o şey tüm zamanı, durma es!!!



7 Kasım 2011 Pazartesi

Yalnız adamın hayalleri

Episode 1



Gerçek dertler beni az etkiler; karşılaştığım sorunlarla baş edebilirim ama korktuklarımla asla. Ürkmüş hayal gücüm onları türlü şekillere sokar, genişletir, büyütür. Beklemek, karşılaşmaktan daha müthiştir; tehdit darbeden daha kötü. Tehdit gerçekleştiğinde ise olaylar hayal gücünden kaynaklanan yanlarından arınarak gerçek değerini bulur.
-----------------------------------------------------------------------------------------------

Dünyanın karmaşası beni sersemletiyor, yalnızlık sıkıyordu durmadan yer değiştirmek ihtiyacını duyuyor ve hiç bir yerde mutlu olamıyordum. Oysa her yerde herkes tarafından iyi ve güler yüzle karşılanıyor, kabul görüyor ve ağırlanıyordum.
-----------------------------------------------------------------------------------------------

Genel kanıya bu kadar hararetle karşı çıkarken, hala onun boyunduruğu altındaydım. Saygı duyduğumuz kimseler tarafından sayılmak isteriz ve insanlar hakkında veya en azından birkaç kişi hakkındaki yargılarım, olumlu olduğu sürece, onlarında bana olan yargılarına kayıtsız kalamazdım. Kamuoyunun yargısının çoğu kez adil olduğunu görüyordum ama bu adaletin bile tesadüfen oluştuğunu, insanların fikirlerini dayandırdıkları kuralların, tutkularından veya onlardan kaynaklanan önyargılarından olduğunu görmüyordum, doğru bir yargıya vardıklarında bile, çoğu kez, tıpkı bir başarısından dolayı birisini adalet duygusuyla değil de, kendine tarafsız bir hava vermek için yalandan onurlandırırken, aynı kişiye rahatlıkla iftira ettikleri olduğu gibi, bu yargıların kötü bir ilkeden doğduğunu bilmiyordum.
-------------------------------------------------------------------------------------------------

Başımıza gelen herhangi bir kötülükte, etkisinden çok, niyete bakarız. Çatıdan düşen bir kiremit bizi daha kötü yapabilir, fakat kötü niyetli bir elin atacağı taş kadar derinden etkilemez. Darbe bazen ıskalayabilir, ama niyet asla hedefini şaşırmaz. Hayat darbesini vurduğunda acısı en az hissedilen, bedensel acıdır ve bu darbeyi yiyen kişi, başına gelenlerden sorumlu tutacağı kimseyi bulamadığında, eziyet etmek amacıyla kadere bir çift göz ve akıl vererek, ona bir kişilik kazandırır ve sorumluluğu ona yükler. Kaybetmeye içerleyen bir kumarbaz, işte bu şekilde kime kızdığını bilmeden öfkeye kapılır, kendisine eziyet etmeye kararlı bir yazgının ona saldırdığını düşünür ve öfkesine bir besin bulduğundan, kendi yarattığı bir düşmana karşı hırslanır ve ateş püskürür.

4 Kasım 2011 Cuma

ve



Hep anlatacak, konuşacak bir şeylerin olması ne güzel... Nasıl süreceğini, nereye gideceğini bilmeden, akıbeti hakkında hiç bir fikri olmayan bir su damlasının kuru bir zeminde süzülmesi gibi... yeter ki kurumasın günler, kurumasın kelimeler ve paralelinde yırtılsın her bir takvim sayfası...

Sanırım örtü altında kalan korku, kaleme hakim olmaya çalışıyor ve son dönemin zırvaları hep aynı yerde çarpışıyor... Doldur boşalt günlerin hazzında, israf etmeden birikiliyor sonrasında ise "hakkını vererek" dökülüyor tüm susulanlar! Bir terazinin kefesinde tüm cümleler, ağır basıyor tüm büyük harfle yazılmış kelimeler..

Çıkmaz bir sokağın tabelasının üzeri kaplanmış pasla,
"Bir derdim var, bin dermana değişmem asla!!!"