26 Nisan 2012 Perşembe

Azil





"...İyilik, ilk öğretilendi. Ancak gerçek değildi. Yaratılması olanaksız eserler gibi, iyilik de bilinen boyutlar dahilinde var olmayacak kadar hayaliydi. Ancak bir yerlerde iyiliğin olduğuna inanan ve defalarca hayal kırıklığına uğramaktan mahvolmuş olan insanların yersiz çabaları, kendilerini tanımalarını engelliyordu. Savaşlar, ihanetler ve yalanlar insana aitti. Ve pişmanlık ya da komşusunun hayatını eleştirmek, iyi olmaya yetmiyordu. Hiçbir şey, iyi olmak için yeterli değildi. Çünkü dünya ve insan eti, iyilikten yoksundu. İnsanlık, çizginin diğer tarafındaydı. Ancak iyiliği ve kötülüğü ayıran sınıra o kadar yakındı ki, iyiliğin ne olduğunu biliyor, ancak hayata geçiremiyordu. Vicdan kelimesi ve duygusu, sınıra yakın olmaktan kaynaklanan bir sahtelikti. İnsan, iyiliğe yakın olan bir kötüydü. Bu gerçeğin insan tarafından öğrenilmesinin zamanı gelmişti. Erişemeyeceği bir huzuru sürekli arzulamaktan vazgeçmeli ve kendisiyle çelişmekten delirmeye son vermeliydi..."



"...Unutma ki zaman, gidecek yeri olmayanları evidir. Sadece zaman onları ileriye taşır. Ölümcül bir hastalığa sahip olanlar ile intihar etmekten yorgun düşenin ortak noktası, ilerleyen zamanda geri gidiyormuş gibi görünmeleridir. Ancak bu, ilerleyen bir trenin sadece son vagonuna kadar yürümeye benzer. Sonrası yoktur. Beden sahibi olan, ilerlemek zorundadır. Zamana güven. Yaşarken asla varamayacağın yerlere seni sadece o götürür. Oku ve zamana bırak..."



"...Sevgi, tırmananları birbirine bağlayan bir halattı. Biri düşerse diğerlerinin hayatta kalması için halatın kesilmesi gerekiyordu. Ancak sevgi, kesilemeyecek kadar kalın bir halattı ve sonunda herkes düşerdi. Aptallar sevdikleriyle düşer, kötüler sevdiklerini aşağı çeker..."

21 Nisan 2012 Cumartesi

Bekleme Odası



- Niye böyle yapıyorsunuz?

Nasıl?

- Gururunuz incinecekmiş gibi bir haliniz var. Korkmayın ben düşmanınız değilim. Ona dönmemi istiyor. Ben de dönmeyi düşünüyorum.

Biliyorum.

- Nereden biliyorsunuz?

Ne bileyim bu ayrılık işleri falan öyle kolay değildir.

- Daha açıkcası bir kadın böyle bir durumda başka ne yapar diyorsunuz. Siz her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz ama hiçbir bok bilmiyorsunuz. Sadece benim de o budala kadınlarınızdan biri olduğumu düşünmek işinize geliyor.

Durup dururken niye söylüyorsun bunları?

- Ya siz günlerdir ne yaşıyorsunuz, kime dokunuyorsunuz, kiminle sevişiyorsunuz? Eski sevgilimle görüştüm diyorum pişkin pişkin yüzüme bakarak biliyorum diyorsunuz. Yüzünüzde en ufak merak bile yok. İnsan bu kadar da aşağılanmaz ki ya!

Ne aşağılanması ya? Nereden çıkarıyorsun şimdi bunları.

- Ne o zaman? Tamam kıskanmanızı ya da üstüme titremenizi de beklemiyorum ama hiç olmazsa bir ne olduğunu sormaz mı? Gözleri ağlamaktan şişmiş insana menemen yer misin diye sorulmaz ki ya?

Bekleneni yapmadım diye ödül mü istiyorsun şimdi?

-Ya siz ne kadar zalim bir insansınız ya, Kedisine orospu diyen insandan ne beklenir ki zaten....


18 Nisan 2012 Çarşamba

Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi

"Sıradan bir hayat düşlemiştim... Çürüdüm."


"Derin bir uçuruma gidiyordum; önce hayatımdaki tatlar sonra anlamlar azalmaya başlamış, beni derinliklerine doğru çeken hüzün ruhumu paramparça etmişti. Bütün isteklerimden susarak, ağlayarak vazgeçmiştim. Küçücük gerçeklerle yüzleşemeyip kocaman yalanlar uydurup onlara sığınıyordum. (Gerçek, uzun süre taktığımız maskemizin ardında gizlidir, bunu da biliyordum.)"


"İki yılda mı unuttum hepsini "Hayat, kısa kısa öykülerin toplamıdır. Her zaman her öykünün mutlu bitmesini bekleme... Önemli olan nasıl bittiği değil, öykünün kendisidir... "Öykülere inan" diyen ben değil miydim?"



...Hayatımın, başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım. Bardağımdaki birayı hiç zorlanmadan kafama diktim, kalktım. Hayatımın ortasındaydım ve artık daha fazla çürüyemezdim. Doğru, insanın hayatında bazen bir uçurum kalırdı ama benim o uçuruma doğru yürümeye ve kendimi kuru bir dal gibi sonsuzluğa bırakmaya hiç niyetim yoktu.
Hayata daha sıkı sarılmak, kök salmak için insanın acılara, -hatta bazen büyük ve dayanılması zor acılara- katlanması, o hayatı gerçekten, içini doldurarak, anlamlandırarak yaşaması birinci şarttı. Bu acıları yaşarken de kendine acımaması gerekiyordu. Bu öylesine ince ve görünmez bir çizgiydi ki bazen bu çizgiyi geçip gittiğimiz oluyordu. Ve sanırım ben kendime çok fazla acımıştım. Şu küçücük kar tanelerinin bile mutlu ettiği ben, bütün hayatı ıskalamak üzereydim....




"Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda.
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar.
Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların.
Sonra her şey çıkıp geldi.
Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde.
Sen çıkardın utancını duvara astın.
Ben masanın üstüne koydum kuralları.
Her şey işte böyle oldu önce"

16 Nisan 2012 Pazartesi

iz


Kopan bir düğmeyi kaybetmenin tedirgin üzüntüsü gibi yırtılıp giden takvim yapraklarına çarpıyor gözlerimin kırmızısı... Bu kırmızıların siyaha yakışması ise tamamen yaşamın bir haylazlığı! Çok şeye gebe olan bir hayatın ölü doğan bebeğinin sesi kulağımın içinde yankılanırken, doğum kontrolün erken yaygınlaşmamasının hüznünü yaşıyorum.

Dumandan kızaran ve bir boşluğa bakan gözler ne zaman kapanıp bir tarih öncesi bilinmeyen diyarlara çoğul gezilere çıksa birbirine benzeyen kabuslara uyanır, koyu bir gece üzerine karabasan gibi çöker, düşler sadece beyaz kağıtların ve ahir zamanın vesikası olarak yankılanır. Beyaz kağıt mürekkep ve yaştopların vakit kaybetmeden seni içine hapsetmeye başlamıştır, ertesi gün mü?


Ertesi gün yalnızca mürekkebin izi kalır, yaştopların ise geceye hatıradır!

13 Nisan 2012 Cuma

Bu Filmin Kötü Adamı Benim

Günahlar zamanaşıma uğrar mı? Suçlar belki... ama günahlar?

...Modern insanın töreni: Her akşam kaderinin iplerini elinde tutan çirkin tanrılara küfretmek. On beş yıl daha geçince ben de böyle olacağım diye düşündüm. Üstelik benim İzzet gibi bir oğlumda olmayacaktı yanımda. Sahi tam on beş yıl sonra bugün şu anda yanımda kim olacaktı? Ne korkunç bir soruydu. On beş yıl yaşar mıyım sorusundan daha korkutucuydu. Yalnız mı olacaktım? Onlara baktım. Bir baba ve oğul...



"Bence her ortamda olabilir. Hatta en beklenmedik yerde karşımıza çıkar. Hani birini beklerken saate bakıp durursun, hep gözün kapıda olur, şimdi içeri girecek, şimdi gelecek diye düşünürsün ve o gelmez.. Tam tersine beklemeyi unuttuğun bir anda, başka bir şey düşünürken bir anda çıkagelir ya... öyle bir şeydir. Bence aşk hazırlıksız yakalanılan bir şeydir. Beklemediğin bir anda. O yüzden insanlar tedirgin olurlar. İnanmazlar. Yok canım derler, bu aşk değil, olsa olsa bir arzu. Tutku... derler. Oysa aşk..."



10 Nisan 2012 Salı

Yeraltı/Fragman 2


- Ben neden böyleydim acaba?
Değerli olanın farkına vardıkça neden bataklığıma daha çok gömülüyordum?

8 Nisan 2012 Pazar

7 Nisan 2012 Cumartesi

sanki


Sövgüye o kadar yakın ve sona o kadar uzak...
Korkuların üzerine basıp, günlerin üzerine tırmanıp, tüm umutları kucaklayıp, uzaklardan hepsine bir göz atıp çıkabildiğim en yüksek tepeden ağzımı bozuyorum!

Siyahı çalar gece
Siyaha çalar öfke!

5 Nisan 2012 Perşembe

Sis



Odasına yöneldi ve yatağına uzanınca: "Yalnız, yalnız uyumalı! Yalnızca düş görmeli!" dedi. "İnsan yanındaki birisiyle uyuyunca düş de ortak olmalı. Gizemli varlıkların iki beyni birleştirmesi gerekir. Yürekler ne denli çok birbirlerine bağlanırsa, düşünceler o denli birbirlerinden ayrılırlar mı acaba? Belki. Belki sürekli olarak karşıt durumdadırlar. İki sevgili aynı şeyi düşünseler de birisi ötekinden farklı biçimde duyumsar; aynı aşk duygusuyla birleşirlerse, biri ötekinden farklı düşünür, belki de tersini düşünür.



Ona yalan söyledim, kendime yalan söyledim. Hep böyle oluyor! Her şey bir düş ve düşten başka bir şey yok. İnsan konuşurken yalan söylüyor ve kendi kendine konuşurken, yani düşündüğünü bilerek düşündüğü zaman yalan söylüyor. Fizyolojik yaşamdan daha gerçeği yok. Söz, toplumsal üründür, yalan söylemek için yaratılmıştır....
...Yalan söylemekten ve kendimizi önemsemekten başka bir şey yapmıyoruz. Söz, bütün duygularımızı ve izlenimlerimizi abartmak için. Hatta bunlara inanmak için yaratıldı. Söz, öpücük ve kucaklama gibi, her türlü uzlaşmalı anlatım türü.. Her birimiz yalnızca rolümüzü oynamaktan başka bir şey yapmıyoruz. Hepimiz roman kişisiyiz, hepimiz maskeyiz, hepimiz komedyeniz! Hiç kimse söylediğinden ve açıklamasından ne acı çekiyor, ne mutlu oluyor ve belki zevk aldığını ve acı çektiğini sanıyor; aksi halde yaşamak olanaksız olurdu. Aslında öylesine dinginiz ki! Şimdi ben hem sanatçı, hem seyirci olarak komedimi tek başına sunuyorum. Fiziksel acı öldürüyor yalnızca. Tek gerçek, konuşmayan ve yalan söylemeyen fizyolojik adamdır..."



-Öldürmüş olmak için öldürmek bir saçmalıktır. Olsa olsa, ruhu bozmaktan başka işe yaramayan kinden kurtarır insanı. Çünkü kinle dolup taşan pek çok insan, kinini tatmin ettikten sonra kin ile tedavi olmuş, kurbanına karşı merhamet, hatta sevgi bile duymuştur. Kötülük bizi kötü duygulardan kurtarır. Ve çünkü suçu yasa yaratır.
-Peki ne yapayım öyleyse?
-Duymuş olmalısın, "Bu dünyada ya yutacaksın, ya yutulacaksın." derler...
-Hayır; üçüncü bir olasılık var: Kendi kendini yutacaksın, kendi kendinle alay edeceksin. Yut kendini! Yutan mutlu oluyor, ama mutluluğunun sona ereceğini anımsamaktan da geri kalmıyor, o zaman kötümserleşiyor; yutulan, acı çekiyor ve acılarından kurtulacağını umut etmekten bıkmıyor ve iyimser oluyor. Yut kendini ve kendini yutmak zevki, yutulmak acısıyla karışacağı ve birbirini etkisiz bırakacağı için mükemmel bir ruh dinginliğine ve sarsılmazlığa erişeceksin; kendin için yalnızca bir eğlence olacaksın."

1 Nisan 2012 Pazar

Zehir





Vedanın hüznü oramıza buramıza çökmeden zuladan biraz çekirdek çıkartırsın ya eğlencelik, işte o hesap bir gecenin spontane cümlelerine dikiz. İyice girift olsun ki sadece okuyabilen anlasın ya da anlayabilen okusun sustuğumu da bağırdımı da lekesiz görsün tüm gözlüklerin buğulu camları!
Küçük bir ısırık gibi içimdeki acı, aklına düştükçe can yakan cinsten... Belli belirsiz morluklar, dudakların istem dışı çatlaması ve acısını yumruklardan çıkarma çabası! Dökülen saçlarım kadar dökülemedi yaştoplarım! Sanki uzun zamandır faturasını yatırmamışım gibi ihbarnamesiz oldu bu kesinti, şişen göz altı torbalarını patlatacak en sivri cisim belirsiz fikirlerin keskinliği sadece... Ayraç niyetiyle sayfa aralarını sulardım yaştoplarıyla ve her açtığımda o sayfayı içine süzülen zehiri hatırlamak için sakallarımın arasından akmasına izin verirdim oysa... Yaştoplarını kolye yapıp hediye paketlerine sarıp sarmaladığım da çok oldu; fakat şimdi modası geçmiş ziynetler gibi hepsi eskici tezgahlarında! Alırken pahalı, satarken ucuz! İşçiliğin burada bile kıymeti yok...

Nemden küflenmiş bir duvara hangi rengin yakışacağını tartışan benden çok bir ben, gereksiz onca beden ve hiç olmaması gereken ile uzaktan ahkam kesiyoruz, yetmiyor herkes bildiği rengi savunuyor! İyi niyetli endişelere mehil vermeden herkes hazır kıta vuruyor elindeki fırçayı... Kiminin alı, kiminin moru, bazısının mavisi, ötekinin sarısı hoş geliyor göze... Onca renk cümbüşünün ne duvara var bir faydası ne de ağlaya ağlaya akan fırçaya... Özünde tüm renkler üst üste biniyor ve sonunda sonsuza erişiyor! Siyahın temsil ettiği zarif bir keskinlik önce duvarı sonra da tüm dünyayı kaplıyor! Küfler ise siyahın üzerinde açan yeşillikler olarak kalıyor, gerçek kararıyor ama değişmiyor!

Işığı görüp gelen onca düşünce kadeh kadehe çarpışırken beynin savaş açtığı cephelerde, belli belirsiz bir anason ve izmarit kokusu barut ve kan kokusunu bastırıyor.. Değil mi ya? Aracın silah olmadığı bir cephe bu.. Çarpışanın, tedavi edenin, yaralananın ve hatta ölenin de aynı olduğu, meşru tarihte yer etmeyecek bir savaş... Kimi zaman kadehin soğukluğunda, kimi zaman izmaritin sıcağında sürecek olan bin yıl savaşları... Piyade düşler, bahriye buzlar ve sürekli su taşıyan sakalar ve yaraları iyileştiren sıhhiyeler....

Sonrasında bölük pörçük uyku ve sayıklama seansları kaplıyor geceyi! Yatanın bir cesetten tek farkı nefes alması.. Perdeye vuran tabiri mümkün olmayan rüyaların, kapalı gişe oynadığı dandik bir sinema salonu ya da öfkenin ve kaygının beyaz perdeye yansıması ile yüksek sesli bir orta oyunu gibi! Yaşanılanlar aslında her şeyin gerçeği hayatın ise koca bir yalanı!

“En büyük orospular çileden ve uykusuz gecelerden nasibini almamış kelimelerdir.”