27 Mart 2012 Salı

geceye temerrüt



Hızla doğruldu yattığı yerden! Kalkıp bir sigara yaktı öksürükler içinde daha uyanılmamış bir sabaha… Gün daha kendini doğurmadan, yakamoz herhangi bir fahişe gibi yorgun argın geldiği yere geri dönmeden, güneş daha bir şehrin üzerine doğmadan karanlığa çalan odayı ilk aydınlatan, kıvılcımların sahibi küçücük bir kibritti...
Hep sonuna kadar gidilmeliydi, yine öyle yaptı, yine öyle oldu…. Parmak uçlarına değinceye kadar o kibritin kibrit ise onun yanışını izledi… Sanki bir pansuman anıydı sabaha kadar umulmayan yerlerde açılan düşyaralarına sarılan bir bez parçası gibi ya da kan ter içinde sokakta top oynamış çocuğa uzatılan bir bardak su gibi.. Gün aydınlansın diye, geçsin artık diye, gel artık ve bitsin şu dünden doğma piç gece diye bir çağrıydı…
Korkular, nefretler tüm gece koca bir şehri ateşe vermiş söndürmek için bardaktan boşalırcasına yaştopu dökülmüş, yetmemiş arsızca üzerine işenmiş… Mezarsız bir gaibin sonu gibi hiç kimsenin umuruna takılmamış!
Kaldırımlara düşmüş siyah, yağmur sularına karışmış, onlarca sarhoşun sesine takılmış, üzerine defalarca izmarit atılmış... Hani nereden baksan ziyan, kocaman ağız dolusu bir küfür...

21 Mart 2012 Çarşamba

Amak-ı Hayal

"Kasvet, neşeden daha çok bulaşıcıdır."



"...Bununla beraber bir kazadan ve tesadüften ibaret olan hayatta, hafif delileri eğleyecek kadar zevk bulunduğu inkar edilemez. İnsanların hayvanlık ve cehalet devirlerinde icat ettikleri kelimelere ruh vere vere, bunları hayal renkleri ile süsleye süsleye bir hisler silsilesi meydana getirmişlerdir ki, bunlar, binlerce yüzyıldır, tekamül ede ede, miras yoluyla bize kadar gelmişlerdir. Biz de asılları "vücut bakımından hiç" ve "bilgi bakımından hayal"den ibaret olan bu silsile ile hiçbir meziyeti, hiçbir mahiyeti olmayan eşya topluluğuna bin türlü gönül aldatıcı renkler veriyor, kendimizi tatlı tatlı aldatarak hayatta bir mana görüyoruz. İşte bütün çirkinliği ile gerçek hayat..."

"Saadet, şeytana uymaktır, Havva'ya uymamaktır."
Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi

18 Mart 2012 Pazar

Milattan Önceki



Acı, ağır bir katran gibi yayılınca bedenime
Yüreğime binlerce uçurum eklenir artık
Geriye dönüp de bakmak gelir içimden
Yumruklarımın gökyüzünü dövdüğü, o milattan önceki devirlere

Bana yarınlardan, bana doğacak güneşlerden söz ederler
Ben bugünleri yakıştıramazken kendime.
Ahmet Erhan

14 Mart 2012 Çarşamba

piç

"Kendimi beyaz kadranlı, Romen rakamlı bir duvar saatindeki saniye çubuğu gibi hissediyorum. Sadece dönüyorum. Zamanın kendisiyim. Geçiyorum."




"İnsanların karar verip uygulama düzeneklerinin lokomotifleri iradeleridir. İrade, kavramlar listesinde dirençten tercihe kadar olan bölümü içerir. Bütün insanlar eşit sayıda iradeye sahip olarak doğar ve iradelerini tüketemeden ölürler. Adına dünya denilen tatil köyüne adım attığı anda insanın eline tutuşturulmuş suni bir para birimine benzer. Her davranış ve düşünce bir miktar iradenin harcanmasını gerektirir. İnsanlar, kendilerini ve hayatın kurallarını anladıkça iradelerini harcama konusunda farklılık gösterir. Bazıları işlerine, bazıları aşklarına, bazıları hobilerine, bazıları ailelerine harcar. Herkesin iradelerini eritip buharlaştırdığı bir kazan vardır."


11 Mart 2012 Pazar

Sakın!

"Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra."
J.D. Salinger

9 Mart 2012 Cuma

işaretsiz soru



Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmeden çıkmıştı sokağa... Aklının içindeki onca muğlak cümle ve karışık düşünce silsilesi silahlarını kuşanmış mütemadiyen saldırıyorken fikrinin ağırlığı vuruyordu dizlerine. Altından kalkamayacağı bir kamyon dolusu yorgunu taşıyordu hepsi tek kaynaktan beslenen... Soğuğu hissetmişti ve az önce yanan gözlerinin içine vuruyordu keskin rüzgar... Yumruğunu sıkmış habersiz, elleri acıyordu hasım mecburiyetleri düşünürken, ruhunda bir soğuğa sövüyordu bir geceye, bir geçmişe sövüyordu bir geçmeyene...

3 Mart 2012 Cumartesi

Yeraltı

"Akıllı bir adam, kendine karşı acımasız değilse gururlu da olamaz"






Bir senedir beklediğim film sonunda 13 Nisanda vizyona giriyor. Sessizliğe ses diyen o adamın, sizce insanlık nasıl düzelir sorusuna, "acı çektikçe" diyen insanlığa aykırı yönetmenin yani Zeki Demirkubuzun son filmi YERALTI bahar gelirken dördüncü cemre olarak benim hayatıma yekten düşecek. Önceki bazı filmlerinde de Yazgı(Albert Camus-Yabancı) ve Kıskanmak(Nahid Sırrı Örik-Kıskanmak) gibi bir başka edebiyat uyarlamalarını da kitap sayfalarından çıkartıp, görselliğe taşıma cesaretini gösterdi. Bu sefer, herkes için bir klasik; fakat benim için çok daha özel bir eser olan Dostoyevskinin 1864 yılında yazdığı "Yeraltından Notlar" adlı akıllara zarar kitabını, 2011 Ankarasına taşıyarak kurguladı. Filmin çekim sürecini adım adım takip ettiğim için, vizyona girmeden uzun uzun yazarım diye planlıyordum. Sadece bir yönetmen olarak değil, tarzı-tavrı-duruşu-düşünceleri ve Beşiktaşlılığıyla takip ettiğim nadir kişilerden biri olan Demirkubuzun, son filmi ve kendisi ile ilgili Melodika Dergisine verdiği röportajdan bazı alıntılar:


- Sizin hayatla ve sinemayla ilişkinizi konuşmaya, çok sevdiğiniz Beşiktaş ile kurduğunuz ilişkiden başlamak daha mı doğru olur?

" Sinema kişiliğimin ifadesinin sonuçlarından sadece biri... Günün birinde sinemayla ilgili bir ifade derdim kalmazsa sinemayı rahatlıkla bırakabilirim. Ama Beşiktaş öyle değil. Beşiktaş ile ilişkimde çok da akıl aramıyorum... Bir ağır hastalık ya da ölüm ihtimalini düşündüğümde aklıma gelen iki şey şu; 'kızımı göremeyeceğim' ve 'bir daha Beşiktaş maçı seyredemeyeceğim'!... Yani kendimden menkul, sinemayla ya da kendimi ifade ettiğim diğer meselelerle fazla bağı olmayan, insan olmanın bir gerçeği olarak biraz akıldışı... Kimileri bu taraftarlık durumuna "saçmalık" diyebilir ama ben insanın zaten böyle olduğunu düşünürüm. Son filmim yeraltı'nı da insanın akli değil, akıldışı bir varlık olduğunu ispatlamaya çalışma iddiasıyla çektim. Bu yüzden hem felsefi olarak hem düşünce olarak benim Beşiktaş ile böyle bir bağ kurmam, insanı algılamadan çok öte değil."

- Kelime olarak "yeraltı" sizin için ne demek?

" İnsanın akıldışı yanlarının dışa vurumları aslında. Yeraltı denildiğinde aklıma ilk gelen şey, insanın aşağılanma duygusunu diş ağrısına benzeyen bir zevk halinde de yaşayabileceği...


- Neden sizce insan "akıldışı" bir varlık ?
"Aslında gerçeği boyamadan, süslemeden, bütün kirliliğiyle tutabilen her insanın varabileceği sonuçlar bunlar, özel bir bilgi değil. İnsan tanımlanırken elbette aklı, mantıklı ve iyi değerler üzerinden açıklanmaya çalışılan bir varlık. Mesela insanın aşkla kurduğu ilişkiye bu gözler bakın... Aşk; düzen dışı, insanın huzurunu bozucu, zaman zaman bütün emeğini, her şeyi mahveden bir tehdit gibi ama insanlar aşk kapılarını çaldığında itiraz etmezler. Sonuçta 2 kere 2'nin 4 ettiğine inanan insanın, 2 kere 2'nin 5 ettiğine inanan ve bunda ısrar eden başka yanları da var. Bence bu akıldışılık insanın yaşamı, hayatta kalabilme gücü bile olabilir..."


Filmden ve yönetmenden bu kadar bahsettikten sonra bu filmin kurgusuna konu olan eserden de söz edilmeli.. zira bir diyalog silsilesinden oluşan ve çoğu zaman aynanın karşısında bile kendimize söyleyemeyeceğimiz onca "gerçek" barındırır bu kitap, okuyanların bildiği üzere...


".. Benim kişisel düşünceme göre, yalnızca refahı sevmenin biraz ayıp yanı bile vardır. İyi mi kötü mü olduğunu bilmem ama bazen bir şeyleri kırıp dökmenin bile kendine özgü tadı olabiliyor. Bu açıdan, ben ne yalnız başına refahı ne de yalnız başına acıyı yeğlerim. Ben kişisel kaprisimden, onu istediğim anda tatmin edebilme olanağımın olmasından yanayım. Komedilerde acının yerinin olmadığını biliyorum. Acı, camdan saraylara ise tümüyle yabancıdır. Acı, kuşku demektir, yadsıma demektir. İçimizde kuşku uyandıran bir camdan sarayı düşleyemeyiz bile. bununla birlikte insan gerçek acıyı tatmak istediğinden, çevresinde bir kargaşa yaratmak, yok etmek, dağıtmak hevesinden asla kendisini uzaklaştıramaz. Bizim manevi varlığımızın biricik kaynağı acı değil mi?..."



"... Evde en çok yaptığım şey kitap okumaktı. Kitap okuyarak içimde yükselen duyguları başka etkilerle bastırmayı düşünüyordum. Okumaktan kuşkusuz ki çok yararlanıyordum. Kitaplardan zevkler, coşkular, acılar alıyordum. Bazı zamanlar bıktığım da oluyordu elbette. Doğal olarak hareket etmek gereksinimi duyuyordum. Bir şey yapmak isteğiyle gözlerden uzak, karanlık, çirkin, koyu bir (hatta hovardalık bile denilmeyecek) hovardalık özentisine kapılıp gidiyordum. Her zamanki hırçınlığım nedeniyle tutku adını vereceğim duygularım keskindi ve yakıcıydı. İsteri nöbetlerine benzeyen bunalımlar gözyaşlarıyla ve çırpınmalarla geliyordu. Okumaktan yapacak iş bilmediğim gibi, gidecek bir yerim de yoktu. Çevremde saygı duyulabilecek, beni kendisine çekebilecek bir uğraş bulamıyorum. Üstelik bir de sıkıntıdan patlayacak duruma gelip aykırılıklara, çelişkilere karşı içimde söndürülemez bir istek duymaya başlayınca, kendimi türlü türlü rezilliklerin kucağına atıveriyordum..."

Ankara'da çekilen ve baş rolünde Engin Günaydının oynadığı filmin diğer oyuncuları, Nergis Öztürk, Serhat Tutumluer, Nihal Yalçın, Murat Cemcir, Feridun Koç, Serkan Keskin ve Sarp Apak.

Belki yine sadece meraklılarının izleyeceği bir film olacak hatta getirisi düşünülüp her salonda gösterilmeyecek, ağlak müzikleri ve sigarasını gitarının götüne sıkıştırıp ağlayan adamı olmadığı için belki yine gişeye gömülecek olsa da Zeki Demirkubuzun gerçeklerinin değişeceğini sanmıyorum ve değişmesini de zaten istemiyorum.

Kader filminde de dediği gibi "Herkesin inandığı bir şey var bu amına koyduğumun hayatında, benimkisi de sensin ne yapayım?" Filmin ilk fragmanı ve sonsöz;







"Ne ben herhangi birine benziyordum, ne de herhangi biri bana benziyordu. Ben tek başımaydım, onlarsa hep birlikteler. Diye derin düşüncelere dalıyordum..."