24 Ekim 2010 Pazar

gide



Boğazım da kızdı ama çatal çatal olan sesimi duymamak için sessizce söyledi .. Uzak tuttum bir kaç gündür kültablasını elimin ulaşacağı yerlerden...Ve bilmediğim turuncu rüyalarda boncuk boncuk terledim, kalkıp boncukları kurutmaya vakit kalmadan hepsi iyileştirmiş beni!

Bir es vermek için bu sürece "gidilsin" demiştim önceki yazılarda.. Uzunca düşünüp karar verdim, boğazımda sevindi buna.. Sıkıldım türlü telefon konuşmalarından ve takvim sayfalarını bir umutla yırtmaktan..Sonuçları İstanbulda öğrenmeye karar verdim... Olacaksa bitmeden Ekime, olmayacaksa uzuvlardan uzuv beğensin...

Körün istediği bir deplasman Allah verdi 2 iç saha.... fikstüre de bakınca ayrıca sevindim, Dolmabahçede ayarlasan denk gelmez bir kupa bir de lig maçı 4 gün içinde... Diyecek çok bir şey yok her zamanki gibi yüklen!!!

güzel olsun, iyi döneyim, artık bitsin...Pazartesi, perşembe ve pazar... Duymak istediğim şeyleri duyayım....






21 Ekim 2010 Perşembe

Kat artık



bir mülakatın anatomisi....

Gece onca telefondan sonra, pasifloranın kalanı diklenir...yastığa sarılıp keynes düşünülür.... Kralı gelse forza kumanda diyerek uykuya dalarken, rüyana nur yüzlü pesimist iktisatçılar gelir... sabah 6 itibariyle aşağıdan geçen simitçi adam smith'i hatırlatsada daha çok var kalkmaya.... Daha anne arayacak yat zıbar...

Derken ılık bir su eşliğinde köpüklü bir sakal kazıması ve bilgisayardan yükselen o bildik ses... Kravatın boyu çük hizasının üzerine ayarlanırken çalan kapı ve haddinden fazla guten morgen bir sabah...

Müdür sen çayı demle ben sigara ateşleyeyim komutu bir kolonya yanmışlığında....
Çiçek ekmeğin arasında şokella kıvamında evden çıkarken, topuk sesleri ile Maltepe pavyonlarından çıkan müptezeller gibi usul usul gidilir metroya! Demet demet evler içinden göz ucundan kesik atılır takım elbiseli bilimum canlılara.... Listeye bakınca çok sesli bi hassiktir yükselir lojmanların üzerinden...

Bir sigara daha ateşlenir ilk açık havada ve bekleyişe başlar siyah ile M.... Saat 9:30
Elimi attığım yer kuruyor, maaşallah dediğim 3 gün yaşıyor, bedbahtlığında kara bir liste ve binada son kalan olmanın verdiği hassiktir bir duygu! Onca kırmızı kravatlının arasında siyah beyaz bir hassiktir...





18 Ekim 2010 Pazartesi

gele



Hani böyle elinin ayarı olmayana sakilik yaptırırsında, bocalamasına doldurur rakıyı... Mundar eder nimeti, şurana oturur... Oysa ben hep kendim yaparım sakiliğimi, hep 3 parmak, pavyon dublesi...
O yüzden canımı çok sıkar aha şurama oturan, bir türlü boğazımdan gitmeyen o kendim yapmadığım bazen yapamadığım şey... Eğer bir şeyi sen yapmıyorsan, birisi yapacaksa senin yerine o zaman arka arkaya eklersin izmaritleri, sek sek oynarsın birikenlerle bitene kadar o şey...

Tüm tilkiler kafamın içinde düz koşu yaparken, adalesi sakatlanmış yaşı geçkin forvet gibi kulübede beklemek nasıl da tarife şayan!!! Hele birde dört duvar silindir gibi üzerine gelirken... Gözünü kapatınca sesler uçuşur beyninde haybeden, her bir ses bir canlıya, her bir canlı da bir yaşanmışlığa, bir beklentiye sahiptir! Korku boku selanik örersin geceyi, ne zaman elini atsan bir kaç tel daha gelir saçından...

Her çalan telefon bir parça götürür içinden, cigerci kedisi gibi yalanır durursun haybeden... Uyusam da geçse diye başını ne zaman yastığa koysan bıçak gibi deler geçer boğazını o şey... Kanamayan bir yaradan daha tehlikeli ne vardır ki? Aslında bir bitiş, bir başlangıcı, o hep bekleneni çağırırken tüm uykularım kadar uyumasam ne olur?.. Adisyonu çoktan kesilen bir hesabın, bahşişi tüm bunlar... Kağıdın altında boş yer varmış, onu doldurdum!


Bundan ertesi bayram mı onu bilemiyorum ama bu zamanların arefe olduğu kesin... Sanırım bugünlerde yalnız kalmak değil, kalabalık olmak daha iyi olurdu...
Hani olur ya tek bir konu vardır aklında, rehin edersin yanındakini, aslında bir tükürük kadar bile yer etmez ağızda ama döndürür döndürür onu konuşursun bazı zamanlarda... Onu konuştukça rahatlarsın, karşındaki sıkılır ya da yalandan yere evet der! Aslında hiç bir uzvunda değildir senin anlattığın, sadece dinler seni ! sen o ağzı bozuk konuyla delirmişken... Peki şimdi ne var ? En azından dört duvar, baktın çok sıkıldı açarsın camı...

Bilenler bilir, askerliği kabasakal olarak denizci birliğinde yapmıştım... Orada duyduğum ve o zaman çok anlam veremediğim bir sözü şimdi gülerek hatırlıyorum... Yakınan, küfreden birisine neden bırakmıyorsunuz diye sorduğumda, bana şunu demişti " götüne bir kere deniz suyu kaçtı mı, bir daha bırakamazsın denizi..." Biraz özledim sanırım... Şu süreci atlatıp iyot kokusunu çekmeye gideceğim çok yakında...
Tabi bunu dinleyerek...



16 Ekim 2010 Cumartesi

Kara köpekler havlarken



Sıkıntıdan buldum oldukça etkilendim! Şaşırdım Erkan Can oynuyor ve ben izlememişim, yine çok sıkı bir karakter oynamış...
İstanbulun gettosunda yaşanan biraz arabesk biraz lirik bir öykü..
Aslında özü bir replikte saklı "sokakta iyi ya da kötü yoktur, sokakta ekmek vardır" Sokağın özü...

Diyaloglar çok iyi yazılmış, müzik ise harika...

son söz olarak da
"hayat senin sandığın kadar kolay olsaydı, insanlar bu kadar gaddar olmak zorunda kalmazdı"

7 Ekim 2010 Perşembe

kala



Çok şükür yaz bitti!! Sevemedim bir türlü onu, çok vıcık bir mevsim ayrıca samimi de değil! Üşümüşüm, uyandığımda anladım... Ne götümde uçuşan pireler ne de yalancı yaz sonu haber vermiş, mevsimin değiştiğini!
İkisinede kırılmadım, zaten kırılamam ben.


Dökülgen saçlar biriktirdim sayfa aralarında hani gül kurutursun ya o hesap.. Hepsi anın simgesi, fakat gül kurutacak halim yok ve bu duruma şampuan bile isyanda.. Hani nasıl desem kemoterapiden hallice...

Hastalık nasıl bir sinektir ve her seferinde nasıl da bulur en tatlı zamanı, gelip tırsıtıyor şaştım!
Neyse uyandığımda kalmıştım....

evet uyandım, üşümüşüm... Bilet kuyruğuna götün götün kaynak yaparsın ya işte o hesap çaktırmadan geliyor kış..İlk defa ıslandı bugün, sigaramın göbeği üzüldüm!


Uyandığımda farklı bir şey ile karşılaşmam da şaşırtmadı beni, zira bir yerlerimde hep kitaplar..Kaldı mülakat! Artık jübilesini yapsın dolma kalemim, yüklen!!! Şaka değil inadına eski, inadına dolma kalem...


Yumurtanın akı ile sarısı bir türlü ayrılmaz ve ben ayar olurum...Ve sonunda hep karıştırırım, yuvarla gitsin diye! İşte yumurtamsı günler bunlar... Hani bir taraftan değişik bir iç huzur, bir taraftan da " hassiktir" bir bekleyiş... Karıştırıyorum, matiz oluyorum!


Özlediklerim, beklediklerim, düşlerim ha doğurdu ha doğuracak ve topuklarımda binbir nasır oluştu izmarit söndürmekten... Ha bir göreydim nurtopu beyaz sabahı küvezde! Yoksa bir şikayetim yok izmarit, rüzgar ve ben doymayan bir hasreti gideriyoruz...


Tam da zamanı boş beleş gezmelerin, tekmil kainatın çalgısı birleşse tövbe veremez yerlere düşmüş yaprakları ezerken çıkan o sesin hazzını... Ya da nefeslenmek için oturduğun banka sırtını dayayınca ürpertici üşümeyi... Hele bir de keyfinin kahyasını şarap almaya yollamışsan tadından yenmez...


Hani bir sonraki otogarda ağız ishali bir teyze ya da amca oturur yanına da sırf diyalog olsun diye kafan ile ilişkiye girer!Beklersin ki susacak, sus da beynime bi don geçirip uyutayım dersin ya işte öyle bir bekleyiş bu... Sürekli manasızca sağa sola kesik atarsın, anladın değil mi?

Uzun zaman olmuş bir an önce başlamak için kitaba kitapçıdan eve hızlı hızlı gelmeyeli...Ya da bir şarkıyı mıh gibi beynine çakmak için defalarca dinlemeyeli....


Biraz daha devam...
Bir şeylere ramak kala!