31 Mayıs 2009 Pazar

13.



Ben seni yolların uzantısında sevdim
Senin yolunda..
Sana gelen yolları boyadım Beyaza
O zaman Siyahlar açılıverdi bağrımda kendiliğinden
Siyaha denk bir de tütün ateşledim!
Dumanı paylaşmadan rüzgarla
İzmaritler ise ayak izim yolunda..
Sence yol yoktu
Bence
Çıkmaz sokak bile yoktu..
Işık tutan karanfildi
Eski damgalı şarkılar
Gözümün değmediği İstanbul
Gözbebeğin deniz
Sevdiğin kırmızı ve sevmediğin SİYAH…
Dediğim gibi her yaprağı başka renkti karanfilin
Ben seni yolların uzantısında sevdim..
Daha çıkmadan koymuştum tüm zamanlarımı bu yola;
Azığım yoktu yüreğimden başka
Bağrımda açan SİYAHa büründüm!!!
Büründüğüm yollarda yürüdüm…sevgimin karasında büyüdü yollar karardıkça karardı
Uzadıkça uzadı!
Yollara denk düştü boş kollar…
Ben seni yolların uzantısında sevdim..
Sevmek gibi seveyim istedim
İnsan gibi sevdim!!!
Tütünün ateşi bitti ışığı bitti karanfilin
Ama bitmez yollar…
Silinmez siyahlar!
Hatta bir nefeste
Zamanında bitecek bir gün..
Yinede ben seni yolların uzantısında sevdim…
Sen bu yolu bilmezsin;
Bu yollar bitmez siyahımın sahibi
Bu yollar bitmez….



kelimelerin tükendiği zaman dilimi, suskun bünye..Sayfanın altına bir klip ekledim...Uzun zamandır bunca yaştopu saymamıştım...

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Yuh



sakın namert aşına sokma elini yakar,
o tıkınsın sen yutkun buda elbet can sıkar,
bir iyilik yaparsa bin kere başa kakar,
böylelerden gelecek iyilikten ne çıkar.
öylesine hayr eder bir soysuzun keremi,
tezekten terazinin boktan olur dirhemi.


Ulan iyi ki bi gideceğiz dedik...o kadar bilete katliamda çıkar, karaborsada çıkar! Asansörlerden inmeyesin Denizlispor!!Neymiş %5 kontenjanı %8 yapmışlar pehhhhhh zaten bir iddian yok ver stadın yarısını..! Ağzım bozuldu....!

Akşam arkadaşımın nişanı da var sanırım forma ile nişana giden ilk ben olacağım..

28 Mayıs 2009 Perşembe

gemide




"Kaptan- "Bu Dünya iki şeyden yıkılacak..
Bir binadan, bir de zinadan.. Allah sonumuzu hayır etsin..
Mahşer günü bütün binaları deniz geri isteyecek..
Batan bütün memleketler gibi..
Deniz kumu eninde sonunda geri alacak..
Çaresi yok bunun!!!"

"Gemide" filminin unutulmaz repliği, Kaptanın(Erkan Can)ağzına bu kadar yakışır jargon..Filme akşam akşam tekrar bir göz attım müziklerini dinlerken, bu sahne geldi aklıma..Kafası güzel film ekibinin gayet doğal ortaya çıkardığı spontane gelişmelerden biri..Müzikleri Sagodan....çok ağır film hakkaten, "barda"yı izlemeden yarısında çıkanların çoğu zaten bunu bilmiyorlar bile..Bir de tarihe düşülmüş tesadüfi!! bir dipnot-Bu film 1995de bir çok ödül almasına rağmen bugüne kadar televizyonda yalnız bir gün gösterildi, dönemin arıza kanalı Cine-5'in şifresiz yayınlara başladığı zamanlar...Ve o gün tarihler 17 ağustos 1999'du...yani marmara depreminin gecesi!Filmi izleyenler, bu nasıl bir tesadüftür.!
Bkz:"Lalelide Bir Azize" eş zamanlı diğer film

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Tadilat

Bugün blogları gezerken güzel insan Seyhanı görüp tanımam ile başladı arsız bir çocuk gibi eteğinden tutup noluuuuurr diye isteğim...Zaten koleksiyon gibi varolan yukarıdaki duruşun fotolarının bazılarını yollayıp fikrini aldım..Olabilir tabi cevabı ile beklemeye başlamıştım ki hatta o süreçte uyukluyorken rüya gibi bir mail aldım çizilmiş halini... Hemen ekledim kalıcı olarak...Çok teşekkür ediyorum tekrar kendisine.. Sayfası burada kesinlikle görmenizi isterim..



Bu vesile ile ufak tefek değişikliklere başladım blogda, zemin rengini açtım, bazı resimlerde değişikliklerde yapacağım..Bütün talepleri değerlendirip güzel birşey yapmaya çalışacağım, yorumlarınız bekliyorum...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

KARAdut


KARAdut...Gerek meyvesi gerek şarabı, fena bişey! Üst düzey kışkırdım..Tatlılığına yenik düşülüyor..Tam bir tuzak, Sıcak bir günde soğuk meyvesinden ısırdıktan sonra tek bir  yudum ile şaraba dönmüş halini kıyaslamak.. Rengi ile tadı ile tam bir baştan çıkarış...Üzümden sıkılanlara iyi bir alternatif karadut, mevsimindeyiz dediğim gibi tüketin, hatta arayın beraber tüketelim...


19 Mayıs 2009 Salı

Yalancı Tanıklar Kahvesi



İlkinde cesaret edip alamasamda ikinci sefer Yakup adında Marx kılıklı kitapçımın ısrarına dayanamayıp alıp hemen bitirdiğim kitap...Vedat Türkali 90lık bir delikanlı olarak çıkmış karşımıza, 70lerde feodal bir yaşam süren ailesinden kopup Ankaraya sığınan Muhsin'in kavgasını, aşkını, güdülerini, yumuşak karnını sergilemiş.. Sömürü düzeninde malına mal katan babasının parasıyla yaşadığı devrimci günlerindeki hayatı o kadar çok ikileme sürüklüyor ki... Sonra gündemde olan olayları kendi gözünden analiz ederek tekrar fırından çıkarmış.. Oldukça can yakan, özetleyen bazı diyaloglara sıkça şahit olacağınız bir kitap..Ayrıca kitaba bu adı nasıl seçtiğini de bu yolla öğreneceksiniz.. Karaktere acayip kanım kaynadı, yaşadığı ikilemler ve döneme ayak uyduramayışı oldukça etkileyici.. Sanırım biraz da kendimden bişeyler buldum diye bu kadar duygusal yaklaşıyorum..Ama kesinlikle ilgililere tavsiye ederim... 407 sf, turkuvaz yayınlarından...


Seyir

Yaslı gittim Şen geldim, Aç koynunu ben geldim..Bana bir yudum su ver çok uzun yoldan geldim!!
An itibariyle evimdeyim..Koca bir kış mevsiminden sonra yazın tam bağrında güneşin karanlıkta hiç birşeye izin vermediği kalabalıkların su yüzüne çıktığı iklimsel berraklık...4 gün olmasına rağmen kapıya tüküreli, hala üzerimdeki komutsal mallığı atabilmiş değilim..Şiddetli sallamalar ve dürtmeler ile cevaplayabiliyorum üzerime koşar adım gelen soruları..Eeee ile başlayan sorular hep bir yenisini doğururken, uzaklara donuk bakışlar ile halat fırlatıyorum..Yorgunluğun uykusuzluk ile ilişkiye girmesinden doğan piç çocuğa ben bakıyorum sivil ilk günümden bu yana..Buna bir de "nisan mayıs ayları gevşer büzük yayları" sendromu da eklenince oldukça sinameki çıktı sesim..Şişen gözlerim ve eklem sızılamalarını önümüzdeki günlerde atacağım kuşkusuz, içime batan onca haki renk sancıyı ve sesleride kumlara gömdüm mü, al sana sıfır kilometre katrankara...Çizgiroman gibi sayfa sayfa geçiyor önümde, kalemle çizilmiş günler... ve şaşma ünlemli cümle hep aynı "ulan sen bu işi yaptıysan bunu herkes yapar"...Zira bu bünyeden onca zaman ses gelmeyince meraklanıp kıllananlar bile olmuş..Bilseler ben o zaman hangi küfürleri tespih yapıp çektim, uzunca sahil boyunda...Hangi hastanın yüzünde, düşlediğim dünyanın haritasını gördüm, tezgah arkasında kaşarlaşmış bir tezgahtar gibi söylem satan onca götlü göbekli amcanın kurduğu dünyanın göğsüne kalem sapladım...

4 vesayit değişip karaya ilk adımda çıktığım iskeleden çok geçmeden girilen hastane kurumunun her zaman insanları iyileştirmediğini, bazen de adı sanı duyulmamış hastalıklara gebe olduğunu görmem çok zaman almadı...Evet bir geri hizmet birliğine, hatta söylenene göre sürgün yerine gönderilmiştim...Aklıma da hiç gelmezdi 20 yaşında ülkenin farklı yerlerinden gelen gencecik yağızların birbirlerine o kadar kötü davranacakları..Bir sistemin içinde eriyip gidecekleri, Disiplinden önce eğitimin yer alıp, yurt sevgisinin böyle kazanılacağı... Acımasız ve hasta olan "devrecilik" adında bir yapı ile yasak olmasına rağmen önce gelenin sonra gelene ızdırap olacağı...Allahtan bize bulaşmadılar pek..Geleceğim güne kadar sorduğum neden ben sorularına cevabım her seferinde başka başka oldu...Uyandığımda alışırım diye yastığa başımı koyduğumda ilk günü yemenin verdiği mutluluk çok sürmedi, adetmiş yeni gelene denizden taş çıkartmak komutan hadi diyince irkildim..Aralık ayında paçalarımdan bacaklarıma sızan deniz suyu sadece maneviyatımı üşüttü, iyot kokusu hiç bu kadar yakmamıştı genzimi..Tıpası oradaydı dünyanın ve ben inatla aradım hangi taşın altında diye, evet o tıpayı kaldırdığımda tüm herşey bir çizgifilm basitliğinde içene akacak yok olacak ve bitecek bu likit durum..Kaldırıp koca taşları, fırlattım kumların ortasına..Bir mezar oluşturup içine gömmek için tüm bu olanları.... Benden sonra gelenlerinde aynı şekilde fırlattığı o kayalar ile çoğalmıştı yanyana yatan hüzün ölüleri..


7 gün sonra daha da kalabalıklaşan sayımız ile başladı, birbirinin fotokopisi günler...Kendi kendine işleyen sistem bir mıknatıs gibi çekti üzerine bizi, direnen ayaklar yoruldu, düşünceler hadım edildi.. Ufak elektriklenmeler ortalığı aydınlatmaya başladı, sinir harbinde oldukça yaralı taşıdık... Nöbetler başlamıştı ilk hafta sonunda, vazife 24 saattir anlayışı ile gece 8-12, 12-4, 4-8 gibi ağır uyku saatlarinde kaç sigara eskitildi kim bilir...Ne duymuştum ne görmüştüm 4 saat nöbeti bu güne kadar gidenlerden ta kii, halüsinasyonlarım artana kadar.... Uykunun en sıcak durağında, ranzamın sallanması ile "hadi" sesi sinirleri de oldukça laçka etmedi değil.. Karanlıkta gördüğüm düşsel yanılsamaları ilk göründüğüm doktor oldukça komik bir şekilde açıkladı "uykusuz kalmamalı, yorgunken dinlenmelisin"... Ferhan Şensoy'un kulaklarını çınlatıp içli bir "hassiktir" çekip ama yine de teşekkür edip çıktım odasından...Sağa sola bakmamak için bişeyler okumayı kesti aklım...Neden olmasın diye 3-4 günlük gazeteleri bile satır satır okumanın ne kadar sıkıcı olduğunu tarif ile anlatmak imkansız..Bu arada nöbetsel sıkıntılar nedeni ile cezaevine giden gelen çokca şahıs anlattıkça "güllübahçe" günlerini, iyiden iyiye darlanmaya başladı 4 saatler...Nöbetler de artık sıkıcı geçmiyordu zaten, "oyuncak yutan çocuk, alkol muayenesine gelen kavgacılar, madde bağımlıları, intihar teşebbüsleri..." geçiyordu zaman... Soğuklar artarken havaya sırnaşıyordu sigaramın dumanı, bir kahve kokusu keskinliği o küçücük odalarda acımasızca dolaşıyordu..Hangi uyku halinde hangi rüya bünyeye ne kadar yakışıyor o ölçülüyor, sonra zavallı not defteri kalemin umarsızca tacizlerine maruz kalıyordu....Cümlelerin ucunu bileyleyip sağa sola fırlatmak yerine sinenin saklı zulasında, deftere hapis edilmesi fikre çok mantıklı geliyordu...Bu süreçte günler hızla akıp gidiyordu!!! Ebatların elverişliliği tören ve merasim takımına kabul ettiriyor, elde silahlar püsküllü kıyafetler gelen karşılanıyor giden uğurlanıyordu..Ta ki belimde senelerdir varolan siyatik sızısının dizimde varolan menisküs yırtığı ile birleşip 2-3 gün istirahat almama neden olduğu o acı zamana kadar...Şaaakk rapor ve spor istirahati ile o işten de tereyağından kıl çeker gibi sıyrılmam haddinden fazla rahatlattı.. Oldukça alışmıştım bu süreçte görev yerime, evet hastanenin bir kaç yerinde saçma salak işlerden sonra zaten atama ile "döner sermaye" bölümünde görevlendirildiğim ortaya çıktı..Dünyalar tatlısı, temiz kalpli ve sözlü bir sivil memur bayan orada geçen 4 ayda o kadar yardımcı oldu ki..Doğum günümde ve döneceğim gün getirdiği pastalar, adıma evine giden mektuplar kargolar, hiç unutmadan getirdiği sigaralar vs.... saymakla bitmez...Teşekkürler teşekkürler teşekkürler....!



Sadece bunlar değil ama onca yazı arasından cımbızlayıp çıkardıklarım, satır aralarında gölgelere sığınmış kelime birikimleri okudukların...Yazacak anlatacak o kadar şey var..!Hayatım boyunca unutulmayacak 5 ay, güzelliklerden yoksun bir 5 ay....Ben yandım siz yanmayın diyecek bir 5 ay...Kağıtlarda şahitliği olan bir 5 ay... Artık evimdeyim! Tabur yok, neta batarya yok, her yemekte havuç yok, intihar yok, toka-arya yok, selam yok, üniforma yok, tören yok, evrak yok, sürtüş yok, sallama çay yok, yer değiştirme yok, f klavye yok, palet yok, tuzsuz yemek yok, çarşaf gerdirme yok, kep yok, sayı ver yok,gürültü yok, boya yok, arabesk yok, künye yok, rapor yok, denetleme yok, 3ü 1 arada kahve yok, kral tv yok, çarşı izni yok, saç-sakal traşı yok, soğuk yemek yok, ütü yok, nöbet yok, silah yok, kamara yok, gece dersi yok, hemşire kaprisi yok, yat-kalk yok, yanaşık düzen yok.......................................
EY ÖZGÜRLÜK...!
Fotoğraflar hastane arşivinden olup tamamen gerçektir! Çanakkale savaşında hastanenin ilk görüntüleridir..Onlardır saygıyı hakeden,gerçek olan..

Özetle
"Dünya talebiyle kimisi halkın emekte
Kimileri oturup zevk ile dünyayı yemekte
Mutbahlarına aç varan adem değenek yer
Derbanları var göz kapıda ele değenekte.."

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Denge




Denge


Sizin alınız al inandım

Sizin morunuz mor inandım

Tanrınız büyük amenna

Şiiriniz adamakıllı şiir

Dumanı da caba

Bütün ağaçlarla uyuşmuşum

Kalabalık ha olmuş ha olmamış

Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum

Ama sokaklar şöyleymiş

Ağaçlar böyleymiş

Ama sizin adınız ne

Benim dengemi bozmayınız

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de

Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı

Yangelmişim diz boyu sulara

Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum

Hiçbirinizle dövüşemem

Benim bir gizli bildiğim var

Sizin alınız al inandım

Morunuz mor inandım

Ben tam kendime göre

Ben tam dünyaya göre

Ama sizin adınız ne

Benim dengemi bozmayınız


Sadece Turgut Uyar yeterli...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

yaz-ı



.....Her sabah açtığımızda gözlerimizin ta içine bakan bu dünya için kavgadan kaçarak nasıl yaşanır ki?

Hissediyorum tekrar kanım akmaya başladı içimde sanki, koca bir çığ düştü ve altından donmuş hislerim, gözlerim, duygularım, kelimelerimle yaralı çıktım... Güneşin üzerime doğması ile eriyen tüm olumsuzlukları kanaması pahasına, unutmamak kaydı ile bir daha hiç açmayacağım valizin içine ağzımı bozup fırlattım attım ...Gidenleri, yitenleri izmarit değerinde yaşayıp, tabanlarımda ezip tekme savurup yepyeni bir yol bulma gayreti ile tüm örtülerini açıyorum inzivaya çekilmiş bünyemin..tüm gürültüsü ile sallamadan uyuyan "çevre" halkını hafifçe rüzgarı sırtında hissedip kaldırıyorum kepenkleri.. Ateşin idare lambasında fitile ilk değmesi ile oluşan ürkek-sallantılı bir yanma hevesi var içimin en içinde, zira her geçen an her yeri saracak o ateş ileride şahitlik yapacağının farkında bile değil.. Sesli bir toparlanma ve tekil yalnızlık ile kararlı adımları, saklı düşleri, haklı geçmişi, sonsuz öfkesi, sırrını yaymaya, çilingir cümleleri ile uzakta şimdilik! küçücük olan o alev, her yanı sarmakta...


Yaz değil yazı yakıyor, mevsime bok atılmasın...

3 Mayıs 2009 Pazar

May1s


"akın var
güneşe akın
zaptedeceğiz güneşi
güneşin zaptı yakın"
N.H.R
May1s...geçti

Nokta



Kendi sinema sezonuma böyle bir filmle dönecek olmam büyük şans..Kaldığım yerden arşivime kesin ekleyeceğim bir film gibi duruyor...Nedense bazı isimlere hiç bir zaman önyargıyla yaklaşamıyorum, kiii Derviş Zaim bunlardan birisi... "3 maymun" ile N.B Ceylana gitmesi beklenen en iyi yönetmen ödülü, sürpriz bir şekilde ödülün plasesi Derviş Zaime gelmiştir Nokta ile 2008 Attalos Altın Portakalda....

"NOKTA, bir zamanlar işlediği bir suç yüzünden azap çeken ve çektiği azaptan kurtulmaya çalışan bir adamın hikayesi. Ahmet yakın bir arkadaşının ön ayak olması ile tarihi değeri yüksek bir Kuran hırsızlığına bulaşır. Ancak kalkıştığı iş onu hiç istemediği bir noktaya sürükler. Filmin bir suç ve ceza ekseni üzerinde ilerleyen hikaye çizgisi Türkiye’nin geleneksel sanat formlarından birini, Osmanlı hat sanatını, cinayet öyküsünün içine inandırıcı ve etkileyici biçimde dahil ediyor. Osmanlı hat sanatının filmin biçim ve içeriğine olan etkisini gözlemleyebileceğimiz en önemli hususlardan biri ise filmin tek ve kesintisiz bir plandan oluşması."


Müzikleri ise bir başka tartışılmaz isim olan Mazlum Çimen yapmış. Oyuncular, Mehmet Ali Nuroğlu, Serhat Kılıç, Settar Tanrıöğen, Şener Kökkaya..

Filmin fragmanı ve resmi sitesi işte merak edenlere...8 mayısta vizyonda olacakmış, artık eşek değilse birisi 2 kişilik bilet alır değil mi gelene kadar...!