28 Kasım 2008 Cuma

Rahat!!!


Panjurların sıkı sıkı kapalı olduğu bir odada ne kadar olursa işte o kadar aydın gün...Kalkar kalkmaz siyaha çalan bir hissiyat oldu nedeni de belirsiz..Yüzümü yıkamaya gittiğim banyo musluğuna elimi attığımda, garip garip sesler çıktı şaşırtıcı ve komik olanı ise, çıkan seslerin su arızayı aradığımda görevli "makaktan" çıkan seslerden daha güzel olmasıydı..Gülünç bir hal ile sabahın en light küfürünü ettim, canın cehenneme tarzında film altyazısı gibiydi.. Suları kesmişti arızasına kurban olduğumun belediyesi, zırf yağmur suyu şebeke suyuna karıştı ihbarını aldığı için, peki dışarda dolaşan o kadar adamı neden kesmiyor, onlarda bize karışmış ve tadımızı bozmaktalar...Varsa maçası buyurun diyeceğim ama uğraşacak durumum yok, zira şu saat itibariyle 8-9 tane 60 dakika kaldı yola çıkmama, eğer olağanüstü birşey olmazsa, efendice akşama kadar evde pineklemeyi, sonra inceden hazırlanmayı hane halkı ile vedalaşıp, güzel insan Apo abinin yanına uğrayıp inceden 2-3 dublenin belini kırıp yola çıkmayı planlıyorum, ev kerbelayı  andırsada...
Garip hislerin çetrefilli ılıklığı ile uyudum gece, müziği mümkün olduğunca geri plana alsamda arsız çocuk gibi zınk diye geldi baş köşesine oturdu düşüncelerime yön veren hislerimin..Kocaman bir ürperti oldu o şarkıyı duymamla, çocukluğumda bulaşık deterjanı ve su ile yaptığım karışımı, her çeşit delikli alet ile üfleyerek oluşan balonları patlatmak kadar kolay değildi, içi tamamen tuzlu su ile dolu olan gözlerimi tek hamleyle boşaltmak....Dedim "yaş yerinde ıslaktır" kalsın, hatta bunu ilk ben söyledim dünyada...! İşte bunları düşünürken yepyeni bir tarih geldi gözümün önüne, durduran terbiyesiz evladıdır, oynat bee ne olursa dedim ve izlemeye koyuldum, bakalım kahramanımız siyah o bölümde neler yapmış diyerek daldım cam çerçeve dinlemeden....Birden ortalık bir karardı, ince ince beyazlar belirmeye başladı onlarda belli belirsiz, işte dedim burası ya yol, ya da tribün...Baktım ki 4 mevsimi de geçirdiğim, dağ-tepe-kavşak-şarampol vs... 
Kitabı, defteri toplayıp her hangi bir iktisadi dersi geride bırakıp, 3-4  hoşbeşi ile Attalosun daracık kaleiçine inerken, seyyara gözü ilişince ateşi ilk defa gören o ilk insanlar gibi durdum! "İzmir'in Büyücüleri" diye kitap mı olurmuş diye yere bir çırpıda eğildim, degaj yapacak kalecinin topu tutması gibi tutarak kitabı....İlk bir kaç sayfasını okuduktan sonra, tahmin edilmesi kuvvetle muhtemel bir şekilde, fiyatını bilmediğim kitabı alıyorum dedim... Ayrılarak kalabalıktan tekil serüvenime dönüp, falezlerin üzerindeki mekana girmemle havanın kararması  bir oldu.. Buz sadece güzelim rakıda değil, ellerimde de vardı..Siyah beyaz atkımı daha bir sıkı dolayarak boynuma iyice gömüldüm yerime ta ki o kitap bitene kadar... Kalkmamla her zaman ki gibi cam kenarı bir yer ayırtmam bir oldu...yanıma da fazla bir şey almadım, bir kaç parça hediye, bir kaç kıyafetimsi, toplasan en fazla 2 paragraf oluşturacak kadar da kelime aldım... 
O gündü işte son smyrna yolculuğu..Sanmazdım,  gitmem diyordum, kanal değiştiriyordum, sesi kısıyordum, ağzımı bozuyordum vs.... Ve yeni bir karar alınması adına tekrar tıpışlıyorum bu gece... Kişilerin değil, sevgili devletin! alacağı bir karar..Kaç ay ve nerede asker olacağıma, karar verecekler... Pazartesi Gaziemir  ulaştırma ve eğitim birliğinde yedek subay olmamak için sınava gireceğim..İşte karmakarışık yazının özü bu...
Kitap hakkında başka bir zaman uzunca bahsederim, Bu fotodan daha iyi anlatan birşey bulamadım, içinde ki esrar-ı...

27 Kasım 2008 Perşembe

Satyagraha


".... Binlerce maddesel aracınıza, 'emekten tasarruf mekanizması' diyorsunuz ama yine de her an meşgulsünüz. Makineniz büyüdükçe siz daha çok yoruluyor, daha kaygılı oluyor, ürkek ve doyumsuz hale geliyorsunuz. Neyiniz varsa ,  daha fazlasını istiyorsanız; nerede olursanız olun, başka yere gitmek istiyorsunuz. Size hammadde bulmak için kazı yapan bir makineniz var, imalat için bir makineniz var, taşımak için bir makineniz var, mesaj taşımak için, yazı yazmak için, konuşmak için, şarkı söylemek için, tiyatro oynamak için, oy vermek için, dikiş dikmek için makineleriniz var,  daha da yüzlerce çeşit iş yapacak, yüzlerce makineniz var, ama hala dünyanın 'en ürkek ve en meşgul insanlarısınız.' Sizin araçlarınızın zaman tasarrufu da, ruh kurtarıcılığı da yapmayan makineler. Onların sivri mahmuzları sizi güdüyor, daha çok iş yapacak daha yeni makineler icat etmeye zorluyor..."                    Satyagraha 

26 Kasım 2008 Çarşamba

Küçük şeyler


Hani bu küçük şeylerle yaşamak, küçük şeylerle mutlu olmak derler ya...İşte biraz o konunun üzerine gideyim dedim. Şimdi bu sadece "mutlu olmak" için mi geçerli? Küçük şeyler ile korkan, üzülen, tiksinen, sinirlenen, hayıflanan, vs..... yok mu? Neden bunlar pek çıkmaz suyun yüzüne? Lafı uzatmadan bazı örnekler ile anlamlandırayım...Mesela dandik bile olsa kırılan bir bardak, porselen bir biblo haddinden fazla üzer beni, buzdolabını açtığımda gelişigüzel dizilmiş kap, değişik tüketim maddeleri hele ki açar açmaz yere düşen birşey varsa sinirden dolabı parçalamak gelir, günün son sigarasının pişmanlığı, ağır hareket eden bir görevli vatandaş azabı, bilmediğim bir numaranın verdiği 3-5 saniyelik yusuf yusuf gerginliği, sırnaşık ev-yol-iş arkadaşı karmaşası vs....
Bunları daha çoğaltabiliriz, o zaman buyurun çoğaltalım....

25 Kasım 2008 Salı

Uyandır-Ma

Çocukluğumdan bu yana tek geçmeyen agresif, kindar, ürkütecek kadar korkunç, yazarken bile ellerimi titretecek kadar sinir sahibi yapan pis, kaka, cıs eylem... Sadece kendi bilincimde hatta bilinçsizliğimde, en kötü ihtimalle öten bir saat ya da telefon ezgisiyle ki onu da ben ayarlayacağım melodisini, uyanmalıyım...

Uyanma bir doğmadır, her gün yeniden doğmadır, ölüme eş olan ve halen anlayamadığım uyku halinden günü birlik günaydın durumudur..Bu yeniden doğma ne kadar şiddetsiz ve hafif olursa günün o kadar iyi geçeceğini en azından kötü geçmeyeceğine inanıyorum! İnanılan bir kader varsa, inanmayanlar için ise kaderi kendin yaratıyorsan bu tarz vuku ile gergin bir güne tek kişilik bol sancılı bir oyuna davetiye verilmiş hissiyatı oluşuyor.. Kim ister ki dışarıdan bir ses ile irkilip, sayılı zaman göz kapalarından feragat etsin? Arsız bir satıcı, terbiyesiz bir korna, acı öten gereksiz bir telefon, müsayitseniz annemler kahveye gelecek diye zile abanan bir çocuk, gergin bir ev halkı bağrışması....Bu örneklerin hepsi okurken bile ıyyy dedirtiyor biliyorum, hele uykuya düşkün biriyseniz...Hassas olunan konular keşke insandan insana değişmese, ya da bende top patlasa uyanmam diyebilsem...Tüm günün kötü geçmesi vukuatı durup durup sağa-sola doğru kafayı ağır hareketler ile çevirip derin cıklamalar eşliğinde, sanki beni uyandıran, efendicene yanımda duran sigara paketiymiş gibi hıncımı ondan çıkarmak hem izmarite hem de bana yapılmış koca bir ayıptır..Şurada animasyondaki güzel abimiz gibi olmak istiyorum, bugün biraz olsun sakinleşmemi sağladı...

21 Kasım 2008 Cuma

Dünya Rakı Haftası



Mail kontrolü yapıyordum büyükkeyif'in güzel etkinliğini gördüm, davetlerine çok teşekkür ederek askerlik dalgası nedeniyle kımıldayamıyorum yerimden sayılı şu günlerimde maalesef...Türkiye'nin rakı portalı olarak emin adım ilerleyen "herkesi değil, rakıcıları" toplayıp çeşitli etkinlikler ile bir araya getirmeyi beceren şık oluşum. 2006 yılından beri süregelen "dünya rakı günü " olayını haftaya çıkarmışlar 1-7 aralık tarihlerinde fakat kutlama 28 kasım cuma günü çiçek pasajında yani tamda benim smyrna'ya gideceğimin akşamı....Tarihe geçmiş şu lafı değiştirerek söylüyorumki "ayaklarım smyrna'ya değil pasaja gitmek istiyor" !!!! Haftaya çıkarmaları hem iyi olmuş hem de bahane olmuş akşamcıya, zaten ne bu böyle tek günde kutlanırmı, sırf kokusunun bünyeye sinmesi 48 saat sürer...Şuradan rakıya karşı zaafı olan, pasajın kokusundan durduk yere efkarlanan, sesleri kulağına mıh gibi çakan, en önemlisi de işi gücü olmayıp istanbulda o gece bulunan vatandaşları bilgilendirsin link.

O zaman meraklısına bir de Neyzen Tevfik hikayesi yazayım tam olsun;
"Neyzen Tevfik son zamanlarında yeni bir alışkanlık edinmişti. Rakıyı gözlerini kapatarak içiyordu. Masada bulunanlardan birisi sordu:
-Afedersiniz hocam ama neden gözlerinizi kapatarak içiyorsunuz?
Neyzen mahsun mahsun cevap verdi:
-Ne yapayım birader? Şu mübareği o kadar çok seviyorum ki görür görmez ağzım sulanıyor. Halbuki ben rakıyı susuz içerim....."
Kaynak Bkz: Çilingir Sofrasında Rakı- Deniz Gürsoy (Şahane kitaptır)

Bu kadar rakı muhabbetinden sonra artık beklenmez kutlama gecesi, ben artık tekil bir kutlama yapayım malum haftasonu arefesindeyiz....
-Cacık ve beyaz leblebi masada, teklifine teşşekkür ediyorum, hissediyorum bu gece BÜYÜK açacağım!!Devam diyoooooo

20 Kasım 2008 Perşembe

Demokrasi Projeleri



".........Ben bir zamanlar Yugoslavya'da bu işlerin merkezi sayılan B92 televizyonuna gittim. O zamanlar Yugoslavya'da muhalefetin kalesi. Başındaki adam uyutma operasyonunun pembe diziler ile başladığını söylemişti. Ah ronaldo, vah maria'lar vardı ya! Bunlar Yugoslavya halkına sunuluyor. Önceleri, köylü çiftçi gece erken yatıyor, bu dizileri pek seyretmiyor. Dizileri öğlen saatlerine alıyorlar. İnsanlarda tiryakilik yaratıyorlar. Bir müddet sonra da bunların arkasına son derece siyasi bazı belgeseller koymaya başlıyorlar. Çiftçilerin o zaman en büyük derdi köylerinden çıkıp pazarlara ulaşmak ve yol yok. Ekranlarda pembe dizilerden sonra yayınlanan belgesellerde, çiftçilerin günlük dertlerine çözüm getiren, mallarını nasıl pazarlayacaklarını anlatan belgeseller yayınlanıyor. Yıllar içinde yeni bir hükümet arayışı ekranlarda yer alıyor. Bir yandan Hırvatlar, Boşnaklar, Sırplar içerideki çeşitli etnik gruplar üzerine müthiş çalışmalar yapılıyor. Yugoslav lafı ortadan siliniyor. Alt- üst kimlik tartışmaları başlıyor. Bir zaman sonra insanlar yollara dökülüyor......"

Çocukluğumda pazar geceleri zorla yatağa götürülürken, hep aynı yüzü görüyordum. Keyifle yapılan bu programa o zamandan aşinayım. Banu Avar TRT'nin o kadar bilindik bir yüzü ki, günümüzde eskilerin hemen hepsi tasfiye edildi-yer değiştirildi,söndürüldü....O dışında! Bu kısa fakat dopdolu söyleşi kitabı, 2007 yılında Cem Küçük'ün Banu Avar ile yaptığı söyleşiden oluşmaktadır. Bu kadının en sevdiğim yönü, yoluna çizgisini bozmadan devam etmesi, programının yayın saatlari ve günleri zırt-pırt yer değiştirmesine rağmen, 301'e bok atan aydınımsıların, Banu Avar'ı 301'den yargılatmak istemesine rağmen bildiğini yapması...Profil Yayıncılık-Söyleşi "Demokrasi Projeleri Banu Avar"

15 Kasım 2008 Cumartesi

trio

"Omnia mea mecum porto
Her şeyimi yanımda taşırım.."

Bir hikaye içinde geçiyordu, hassas bir söz buraya taşıdım Ciceronun.....

"Her hergele insandır ve tam tersi de geçerlidir..."


"Alın yazısı her hayvana, yaradılışına uygun bir ahır hazırlamıştır. Hayvan ne kadar çifte atarsa atsın, kendisine hazırlanan yerde olacaktır....


14 Kasım 2008 Cuma

Ben X



Türkiye'de vizyona ilk olarak 27. İstanbul film festivalinde girmiş. Belçika-Hollanda ortak yapımı Nic Balthazar filmi. Kısa film sınıfından daha uzun, gerçek kişileri de göstermesi ile belgeselimsi havasında...

Ben zamanının çoğunu kendini kaptırtığı bilgisayar oyunu ile geçirmekte, orada kurduğu ya da yaşadığı sanal dünyanın yanılsamalarını günlük hayatta yaşayan, hemen her olayı orada kurgulayıp betimleyen genç bir adem oğlu...Aynı zamanda bu Ben çocukluktan bu yana farklı değişik ruh hali ve davranışları ile doktor doktor gezdirilen sonunda otizm tanısı konulan bir genç. Fakat bana biraz daha farklı geldi bazı bölümlerde şizofren, oyunu kurguladığı yerlerde ise sosyopat gibi algıladım. Yani netice olarak çocukluğundan beri çevresi ve özellikle arkadaşları tarafından dalga geçilmek amacı ile türlü eziyetlere maruz kalmış ve fakat bu çocuk çok zeki olması ile de izleyeni kendisine hayran bırakıyor.

Böyle izlerken üzüntü, kaygı, bazen mutluluk gibi çeşitli salata hissiyata girsenizde nereden geldiği belirsiz bir sinir içinize oturuyor bu kesin! Sanki haksızlığı anlatmaya çalışmanız gerek gibi bir misyon ediniyorsunuz varsa sizin de geçmişte bir yanlışınız hassiktir diyerek özür dileyesiniz geliyor.Çok anlattırmayın işte bana izleyin, "İntihar etmenin bir avantajı var, kurbanı çol uzakta aramak gerekmiyor" repliği geçen film....

İpuçları" kendi olmak, dene, geç kalma, pencere, ille de kadın her yerde kadın"

4 Kasım 2008 Salı

aşk rüyası



...çevremizde hazin bir şiir havası vardı; ben de bu havaya ahenk uydurmaya çalışıyordum. Ben ona, insanın hayata olan güvensizliğinden veya hayatı anlamayışından ya da hayat tarafından küçük düşürülmüş olmasından ötürü hayattan ayrılmasının ne kadar acılı olduğunu söylüyordum. Hayat o adamın duygu ve düşüncelerine ilgisiz, onun etrafında kaynar; o ise hayatla kaynaşmayı beceremeyerek kendi küçük odasında oturur ve bu odanın her köşesinden yalnızlığın karanlık gözleri ona bakar. Düşünceler mahvolur, çünkü etrafta onları kendisine söyleyeceğiniz kimsecikler yoktur, duygular solar, zira onları paylaşacak bir kimse bulamazsınız...! Ve insan, ölüm kendisine gelmeden çok önce ölür.....
....Mutluluk, kimsenin bilmediği, ama herkesin arzuladığı erişilmesi güç bir hayal gibidir.....


Maxim Gorki, yazıldığına göre yayınlanmamış daha önce bu hikayeleri, ancak öldükten sonra derleyip yayımlamışlar...Unutulmuş Hikayeler/aşk rüyası bölümünden.....Okurken sanki bir bir eşyalar çekildi yanımdan, puslu ve soğuk bir gece içinde bulduklarımla yitirdiklerim çarpıştı....