14 Aralık 2010 Salı

döndün mü?




Sabahlara kadar tekrar düşündüm neden fotoğrafları hiç sevmediğimi! Neden fotoğraf karelerine bu kadar uzak olduğumu. Çünkü o kareler çekildiğinde güzel, gülümsediğin o anlara sonra tekrar baktığında genelde hep canını yakar, acıtır, ağlatır! Sen bir karenin içinde sadece o anı değil aynı zamanda bir dönemi ya da geçmişi anlamlandıran onca şeyi hapsetmişsindir haberin olmadan.

Bir anlık heves ile tuşa basmanla sanki o zaman dilimi, buzdolabı poşetine konup saklanır! Yeri geldiğinde hemen çıkartıp bakmak imkansız çünkü önce üzerini kaplamış olan buzların çözülmesini beklemek gerekir! Buzlar çözülür o kesin, ne dayanabilir ki zamana? Yavaş yavaş erir o saklayıp, ölümsüzleştirdiğin an... Odaya yayılır, bir mikrop gibi içine işler, hemen ölüm kolay olanıdır ama o kareyi çekerken hesap edilmeyen şey, hiç bir zaman kolay olmayanı seçmektir. Usul usul girer bünyeye, genelde de o kareye müebbet olan gözlerinden içeri.. Sen sadece masum bir anı sarıp, saklayıp mahremine alırken hiç birisi aklına gelmez bunların!

O anı ölümsüzleştirmek neden istenir ki sorusu, tüm odalarda ve hep kaygan zeminde cevaplar yuvarlar üzerine. Hep gidecek ya da gitme ihtimali olan dudaklardan çıkan sarhoş bilinçsizliğine benzer, her bir fotoğraf karesi! Zaten sonra da yanında olacaksa o zaman o anı neden saklıyorsun ki, yan yana olduktan sonra onu veya en az onun kadar güzel olan bir başka anı yine yaşarsın ki.. Yoksa bir gün gitmesinden, ölmesinden korktuğun için mi bu çaba? Tüm bir hayat "o anların" toplamı değil midir? Koca bir binaysa hayat, fotoğraf kareleri o binayı oluşturan tuğlalar değil midir? İşte düşünmez o an; yan yana, yana yana, göz göze hatta el ele gülümseyenler...


Bir kağıttan yola çıkan tüm çözümlemeler hep bir noktaya, hain bir köşeciye götürür seni... Soğuk bir salonda ellerini ovuşturmaya başlamıştır bile sen bunları düşünürken! İhmale gelmez, onu kandırdığını sanarak yaşaman sana daha afili bir küfürden fazlasını getirmez! Pusuda bir yerlerde hep seni izliyordur, dişlerinin arasında kocaman bir intikam duygusu ile... Vakit ile ilgili bir sorunu da yoktur, her an çıkabilir karşına.. Onunla doğmuşsundur ama karışarak kalabalık dünyanın renkli ışıklarına bir an belki de bir ömür unutmussundur.

Bu durum aslında başı ve sonu belli olan bir kitap bir film, belki de bir başyapıt hayatında..Oyuncular ise hiç de öyle neonlu lambalarda isimleri yazılacak cinsten değildir. Birisi bildiğin, sürekli aynada gördüğün sen diğeri ise seni boş odada ya da herhangi bir bankta, kuyrukta, küvezde ve sonunda mezarda bekleyen yalnızlığın...İşte ete kemiğe bürünmüş seni odada bekleyen şeyin adı "yalnızlık". Tanımı ve tarifi kolay fakat inanması zor olan şey! Öyle demir bir leblebi gibi oturur boğazına, karşı koyduğun an ise hiç bir şey yapmaz! Bilir ki geri ona döneceksin, bilir ki bir ömrü çok sesli koro olarak geçirsen bile beyaz bir kefende seni yine o karşılayacak! İşte o yüzden sürekli uzaklardan bir yerlerden izliyordur seni ve uygun bir anında koşa koşa sana sarılmak isteyecek! Karışınca kalabalık sokaklara, evde yükselen seslere kandığında kapıyı hızla vurup gider yanından...Aileni, sevdiğini, arkadaşlarını koyduğunda onun yerine aldatılan herkes gibi o da çekip gider yanından. Fakat bu aldatışa ve yalnız olmadığına ne kadar inanırsan dönüşte daha da sert vurur şamarını!

Ne kadar çok inanırsan çok sesliliğe ve unutursan onu, yalnızlık sana döndüğünde daha bir canın yanar...Soluğun kesilir, şurana bir ağrı çöker, dudakların kurur mora çalar, ellerin inatla sigaraya dökülür, uykularının ortasını bir serseri bıçak deler, gözünü dikersin tavana, istem dışı dizlerin oynar, saçların her elini atışında bir tutam daha azalır, doymadan kalkarsın tüm sofralardan, eline yapışır dışı kirlenmiş bir kadeh, küfür ağzına yerleşir, rüyalarının ortasında gözlerin sulanır, çatlamış ellerindeki çizikler her yumruk sıkışında daha bir yakar canını, hangi duvara vurursan vur başını gerçeği değiştirmez, hiç bir kapı zili seni heyecanlandırmaz, posta kutusu sürekli boştur, yazıp okuduğun her satır iç çektirir, yaralı bir hayvan gibi sağa sola saldırır, bağırıp çağırırsın...

Yalnızlık ilk görüşte yaşanmak zorunda olan aşk gibidir! İlk defa gösterdiğinde yüzünü kaçırmadan ve itiraz etmeden bağlanılması zorunlu bir sevgilidir. Çünkü ne aldatılabilir ne de unutulabilir! Yapılacak en iyi şey her an onun yanında olduğunu bilerek yaşamaktır.
-----------------------------------------------------------------------------
" Yalnızın odasında ikinci bir yalnızlıktır ayna"
Ö. Asaf

8 Aralık 2010 Çarşamba

sıfırlamak



Tek solukta denilecek türden, yalın-basit ama vurgulu bir hikaye... Annesi yüzünden kadınlardan korkan, çekinen, onları bir nazar objesi olarak gören muhasebeci Hüsamettin'in hikayesi...

“Hüsamettin Bey'in son otuz yılda okuduğu sadece vergi kanunlarıyla, bakanlık tebliğleriydi. Yazarları, çatık kaşlı, somurtkan, ciddi adamlardı. Oysa öykü ya da roman yazarları, kadın olsun, erkek olsun, ciddi insanlar değillerdi. Düş orospularıydı. Kötü yola düşmüşlerdi. Ama, el sürdürmez bakirelere benzerlerdi. Bazıları gerçekten bakireydi. Ama fahişe tavırları takınırlardı.

Tek tük olsa da, bunların bir de düzgün olanları vardı. Ne var ki, bunlar da keçiboynuzuna benzerdi. Ürettikleri bir damla balı tatmak için, bir çeki odun çiğnemek gerekirdi. Kafa sağlığına sahip öykü ya da roman yazarlarına, tarih içinde henüz rastlanmamıştı. Roman okumayı hafiflik saydığı için, Hüsamettin Bey bu tımarhane tarikatından uzak yaşadı.”

Kitaptan seçtiğim motto ise şu " ömrü bir tünel olmuştu. Öbür uçta, uzakta bir ışık görür, ona doğru yürürdü. O yürüdükçe ışık uzaklaşır, o yürümeyi sürdürürdü. Işık da uzaklaşmayı sürdürürdü. Hüsamettin bunu hayatının oyunu kabul etmişti. Tünel-ışık-Hüsamettin-süreç. Bunların hepsi tek bir bütündü. ÖMÜR."

1 Aralık 2010 Çarşamba

kutlu olsun



"2006 yılında rakıseverlerin buluşma noktası BüyükKeyif'te bir araya gelen rakı erbapları tarafından Aralık ayının ilk haftası Dünya Rakı Haftası olarak ilan edildi. O günden bugüne dünyanın dört bir yanında kâh evlerinde kâh dünyanın farklı yerlerindeki meyhanelerde kutlamalar yapan rakıseverler kadehlerini daha da gönülden yudumladılar.

Balığı bol, mevsimi soğuk, geceleri uzun ve harflerinden rakı yazılabilen yegâne ay olan Aralık ayının ilk haftasının, yani Dünya Rakı Haftası*nın açılışını hep beraber yapıyoruz. Hem de İstanbul'da meyhane denilince ilk akla gelen semtlerden olan Kumkapı'da!"


İnsan evladına sabah sabah böyle duyuru mu yapılır..Devamı için şuraya lütfen




28 Kasım 2010 Pazar

yüklen!



"...körsem,
senden gayrısına yoksam,
bozuksam,
can benim, düş benim,
ellere nesi?
hadi gel,
ay karanlik..."
A.Arif

çok sesli yüklen

22 Kasım 2010 Pazartesi

o değilde...



Tazelesin diye ağzının tadını, gece ilerledikçe ve sıvı miktarı arttıkça fıstıkları seçmece yaparsın ya önünde duran tabaktan... Bazen yanığı denk gelir, bazen üzeri tuzla kaplı olanı... keyfine abanan parçayı yakalarsan yapıştırırsın hemen önünde duran soğukluğu.. Bozulan tadı yenileme yollarında taban eskitirken tabaktan illa seçtim birşeyler...

Bayram tatili iyi geldi bünyeye.. Haymana sığırı gibi yedim, içtim yattım! Düşünceleri gündüzleri anneme verdim etlerin yanında buzluğa koydu, akşamları ise çıkarıp eşe dosta dağıttım paylaşmak için. Oldukça efervesan çözümler bulundu geceden sabaha... Suya attık hepsini, fıss sesi bitene kadar da otuz iki dişimizle kahkalar attık! Yüklen!!!

Neden enteresan olaylar enteresan adamları bulur tekrar düşündüm... Efendicene hamamdan çıkmış, bol tuzlu sodalı ayranımızı içmişken neden bir turist peştamalı bağlamadan yanımızda donunu vira eder? Söyleyin bana dedeler?

Yola düşme vakti gelince göt eskiten koltuklara sığınıp, başkent soğuğu bıçağın altına narkozsuz yattım... Cama başını yaslamak çoğu zaman siyaha teslim olmaktır gittiğin yollara inat! Sürekli düşünürsün ama bazen olanı bazen olmayanı...

İlk okulda yaptığım gibi kalemimin diğer ucunu da açtım bu sefer... Aklımın içine mıh gibi çakılan dört harfliyi siyahlı beyazlı yazmak için! Bunca sene bunca zaman şimdi ben ne yapsam?

Kısa bir süre hareket olmasa iyi olur, stabil bir fal açılsa bana yılbaşına kadar! Kaç fincan olursa olsun içmeye razıyım...

15 Kasım 2010 Pazartesi

tebligat



Aslında hiç istemiyordum yine yollara düşmeyi...Bayram arası yine akdeniz molası, bol nem, yükses ses, ayarsız sokaklar, kadeh şıngırtısı, geçmiş günler, karşılaşma heyecanı, aile saadeti, çalan telefonlar, hoşgeldinler... sanırım iyi oldu, sanırım hoşbuldum! 2 gün oldu geleli ama ancak bulabildim uygun bir zaman ve sodalı kelimeleri!

Bazen sineye çekersin tüm elde edemeyişleri, vazgeçişleri ve kaybedişleri... Fiyakalı cümlelerle süslersin "kısmet değilmişleri" , beyaza boyarsın hassiktirleri ve bu da mı gol değil diye ajite sayıklamalara uyanırsın.. Kapatırsın önünde yazılı çizili sayfaları, fotoğraf albümlerini...Hemen kırıp dümeni yeni bir limana çark edersin çaktırmadan usulca...

Daha düşünemezken, idrak edip anlamamışken, içimdeki salata suyunu andıran hislere ekmek bandırırken, yeni bir limana gidiyorum! Önceki yazılarda bahsettiğim mülakat süreci tamamlandı... İlk girdiğim ve istediğim kadrodan ne hikmetse elenmeme rağmen ikinci girdiğim olumlu sonuçlandı ve kazandım... Bir başka yeri daha kazanmazsam ve değişiklik olmazsa Katrankara İstanbula gidiyor!
Yeni yıla kadar Ankarada devam edeceğim bu sürece, daha farklı kamu kurumlarının sınavlarına başvurmuştum önceden, boş geçmesin sınavdır en nihayetinde..Bir ihtimal onlardan birisi olursa kalabilirim...

Durumu bu şekilde özetleyerek kaldığım yerden yatışa devam ediyorum...Attalos dönüşü görüşmek üzere, cümleten iyi bayramlar...

4 Kasım 2010 Perşembe

SIR



Anlatma cehennemini

Korkutman boşa…

Övme cennetini

Gelecekse başa

Bunca akılsızlık

Bunca aymazlık haşa!!

Beni yarattın ya

Baltayı vurdun taşa….

24 Ekim 2010 Pazar

gide



Boğazım da kızdı ama çatal çatal olan sesimi duymamak için sessizce söyledi .. Uzak tuttum bir kaç gündür kültablasını elimin ulaşacağı yerlerden...Ve bilmediğim turuncu rüyalarda boncuk boncuk terledim, kalkıp boncukları kurutmaya vakit kalmadan hepsi iyileştirmiş beni!

Bir es vermek için bu sürece "gidilsin" demiştim önceki yazılarda.. Uzunca düşünüp karar verdim, boğazımda sevindi buna.. Sıkıldım türlü telefon konuşmalarından ve takvim sayfalarını bir umutla yırtmaktan..Sonuçları İstanbulda öğrenmeye karar verdim... Olacaksa bitmeden Ekime, olmayacaksa uzuvlardan uzuv beğensin...

Körün istediği bir deplasman Allah verdi 2 iç saha.... fikstüre de bakınca ayrıca sevindim, Dolmabahçede ayarlasan denk gelmez bir kupa bir de lig maçı 4 gün içinde... Diyecek çok bir şey yok her zamanki gibi yüklen!!!

güzel olsun, iyi döneyim, artık bitsin...Pazartesi, perşembe ve pazar... Duymak istediğim şeyleri duyayım....






21 Ekim 2010 Perşembe

Kat artık



bir mülakatın anatomisi....

Gece onca telefondan sonra, pasifloranın kalanı diklenir...yastığa sarılıp keynes düşünülür.... Kralı gelse forza kumanda diyerek uykuya dalarken, rüyana nur yüzlü pesimist iktisatçılar gelir... sabah 6 itibariyle aşağıdan geçen simitçi adam smith'i hatırlatsada daha çok var kalkmaya.... Daha anne arayacak yat zıbar...

Derken ılık bir su eşliğinde köpüklü bir sakal kazıması ve bilgisayardan yükselen o bildik ses... Kravatın boyu çük hizasının üzerine ayarlanırken çalan kapı ve haddinden fazla guten morgen bir sabah...

Müdür sen çayı demle ben sigara ateşleyeyim komutu bir kolonya yanmışlığında....
Çiçek ekmeğin arasında şokella kıvamında evden çıkarken, topuk sesleri ile Maltepe pavyonlarından çıkan müptezeller gibi usul usul gidilir metroya! Demet demet evler içinden göz ucundan kesik atılır takım elbiseli bilimum canlılara.... Listeye bakınca çok sesli bi hassiktir yükselir lojmanların üzerinden...

Bir sigara daha ateşlenir ilk açık havada ve bekleyişe başlar siyah ile M.... Saat 9:30
Elimi attığım yer kuruyor, maaşallah dediğim 3 gün yaşıyor, bedbahtlığında kara bir liste ve binada son kalan olmanın verdiği hassiktir bir duygu! Onca kırmızı kravatlının arasında siyah beyaz bir hassiktir...





18 Ekim 2010 Pazartesi

gele



Hani böyle elinin ayarı olmayana sakilik yaptırırsında, bocalamasına doldurur rakıyı... Mundar eder nimeti, şurana oturur... Oysa ben hep kendim yaparım sakiliğimi, hep 3 parmak, pavyon dublesi...
O yüzden canımı çok sıkar aha şurama oturan, bir türlü boğazımdan gitmeyen o kendim yapmadığım bazen yapamadığım şey... Eğer bir şeyi sen yapmıyorsan, birisi yapacaksa senin yerine o zaman arka arkaya eklersin izmaritleri, sek sek oynarsın birikenlerle bitene kadar o şey...

Tüm tilkiler kafamın içinde düz koşu yaparken, adalesi sakatlanmış yaşı geçkin forvet gibi kulübede beklemek nasıl da tarife şayan!!! Hele birde dört duvar silindir gibi üzerine gelirken... Gözünü kapatınca sesler uçuşur beyninde haybeden, her bir ses bir canlıya, her bir canlı da bir yaşanmışlığa, bir beklentiye sahiptir! Korku boku selanik örersin geceyi, ne zaman elini atsan bir kaç tel daha gelir saçından...

Her çalan telefon bir parça götürür içinden, cigerci kedisi gibi yalanır durursun haybeden... Uyusam da geçse diye başını ne zaman yastığa koysan bıçak gibi deler geçer boğazını o şey... Kanamayan bir yaradan daha tehlikeli ne vardır ki? Aslında bir bitiş, bir başlangıcı, o hep bekleneni çağırırken tüm uykularım kadar uyumasam ne olur?.. Adisyonu çoktan kesilen bir hesabın, bahşişi tüm bunlar... Kağıdın altında boş yer varmış, onu doldurdum!


Bundan ertesi bayram mı onu bilemiyorum ama bu zamanların arefe olduğu kesin... Sanırım bugünlerde yalnız kalmak değil, kalabalık olmak daha iyi olurdu...
Hani olur ya tek bir konu vardır aklında, rehin edersin yanındakini, aslında bir tükürük kadar bile yer etmez ağızda ama döndürür döndürür onu konuşursun bazı zamanlarda... Onu konuştukça rahatlarsın, karşındaki sıkılır ya da yalandan yere evet der! Aslında hiç bir uzvunda değildir senin anlattığın, sadece dinler seni ! sen o ağzı bozuk konuyla delirmişken... Peki şimdi ne var ? En azından dört duvar, baktın çok sıkıldı açarsın camı...

Bilenler bilir, askerliği kabasakal olarak denizci birliğinde yapmıştım... Orada duyduğum ve o zaman çok anlam veremediğim bir sözü şimdi gülerek hatırlıyorum... Yakınan, küfreden birisine neden bırakmıyorsunuz diye sorduğumda, bana şunu demişti " götüne bir kere deniz suyu kaçtı mı, bir daha bırakamazsın denizi..." Biraz özledim sanırım... Şu süreci atlatıp iyot kokusunu çekmeye gideceğim çok yakında...
Tabi bunu dinleyerek...



16 Ekim 2010 Cumartesi

Kara köpekler havlarken



Sıkıntıdan buldum oldukça etkilendim! Şaşırdım Erkan Can oynuyor ve ben izlememişim, yine çok sıkı bir karakter oynamış...
İstanbulun gettosunda yaşanan biraz arabesk biraz lirik bir öykü..
Aslında özü bir replikte saklı "sokakta iyi ya da kötü yoktur, sokakta ekmek vardır" Sokağın özü...

Diyaloglar çok iyi yazılmış, müzik ise harika...

son söz olarak da
"hayat senin sandığın kadar kolay olsaydı, insanlar bu kadar gaddar olmak zorunda kalmazdı"

7 Ekim 2010 Perşembe

kala



Çok şükür yaz bitti!! Sevemedim bir türlü onu, çok vıcık bir mevsim ayrıca samimi de değil! Üşümüşüm, uyandığımda anladım... Ne götümde uçuşan pireler ne de yalancı yaz sonu haber vermiş, mevsimin değiştiğini!
İkisinede kırılmadım, zaten kırılamam ben.


Dökülgen saçlar biriktirdim sayfa aralarında hani gül kurutursun ya o hesap.. Hepsi anın simgesi, fakat gül kurutacak halim yok ve bu duruma şampuan bile isyanda.. Hani nasıl desem kemoterapiden hallice...

Hastalık nasıl bir sinektir ve her seferinde nasıl da bulur en tatlı zamanı, gelip tırsıtıyor şaştım!
Neyse uyandığımda kalmıştım....

evet uyandım, üşümüşüm... Bilet kuyruğuna götün götün kaynak yaparsın ya işte o hesap çaktırmadan geliyor kış..İlk defa ıslandı bugün, sigaramın göbeği üzüldüm!


Uyandığımda farklı bir şey ile karşılaşmam da şaşırtmadı beni, zira bir yerlerimde hep kitaplar..Kaldı mülakat! Artık jübilesini yapsın dolma kalemim, yüklen!!! Şaka değil inadına eski, inadına dolma kalem...


Yumurtanın akı ile sarısı bir türlü ayrılmaz ve ben ayar olurum...Ve sonunda hep karıştırırım, yuvarla gitsin diye! İşte yumurtamsı günler bunlar... Hani bir taraftan değişik bir iç huzur, bir taraftan da " hassiktir" bir bekleyiş... Karıştırıyorum, matiz oluyorum!


Özlediklerim, beklediklerim, düşlerim ha doğurdu ha doğuracak ve topuklarımda binbir nasır oluştu izmarit söndürmekten... Ha bir göreydim nurtopu beyaz sabahı küvezde! Yoksa bir şikayetim yok izmarit, rüzgar ve ben doymayan bir hasreti gideriyoruz...


Tam da zamanı boş beleş gezmelerin, tekmil kainatın çalgısı birleşse tövbe veremez yerlere düşmüş yaprakları ezerken çıkan o sesin hazzını... Ya da nefeslenmek için oturduğun banka sırtını dayayınca ürpertici üşümeyi... Hele bir de keyfinin kahyasını şarap almaya yollamışsan tadından yenmez...


Hani bir sonraki otogarda ağız ishali bir teyze ya da amca oturur yanına da sırf diyalog olsun diye kafan ile ilişkiye girer!Beklersin ki susacak, sus da beynime bi don geçirip uyutayım dersin ya işte öyle bir bekleyiş bu... Sürekli manasızca sağa sola kesik atarsın, anladın değil mi?

Uzun zaman olmuş bir an önce başlamak için kitaba kitapçıdan eve hızlı hızlı gelmeyeli...Ya da bir şarkıyı mıh gibi beynine çakmak için defalarca dinlemeyeli....


Biraz daha devam...
Bir şeylere ramak kala!




15 Eylül 2010 Çarşamba

git



Çıkma karşıma tüm sararmış sayfalardan ve o hiç bilmediğim sesinle git!
Hangi toprağın altına girecekse yaşarken çürümüş bedenin, bilinmedik kokunu bırakmadan git!
Fotoğraflara nefretin sebebi; hem dünümde, hem günümde varsaymadığım benliğin; kağıtlara, korkulara, yalanlara, günahlara bürünmüş koskoca bir tarih! Söyle şimdi ne demeli?

"...Halbuki sarhoş olmasaydım vurmazdım
Adamakıllı ağlasaydım yahut
Mavi tulumbalar gibi
Bir ışık boydan boya yolu donattı
Ortada ben yoktum şaşırdım
Paltosu eskiydi sevindim
Merhaba dedim yüzüme baktı
Cebinde gazeteleri vardı.
Çektim herifi bir daha vurdum..."

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Paraşüt



Dibini sularsan umudun,büyür!Biraz daha sularsan serpilir!Devam edermisin sulamaya? O zaman ya kurur, ya da büyüyen dallarını keserler!

Çok küçükken araklanmıştı annenin boş ziynet keseleri, hani afili de durmuyor değildi, vardı kendine göre bir albenisi.Saklayayım lazım olur diye, boyunun yetmediği dolabın zulasından parmak uçlarına basa basa alınmıştı, büyürken içine umut koyarım o da benimle büyür fikri yerleşmiş bir kere ermeyesice aklına! Sahi yaldızları da vardır değil mi onun ucunda....Ellerin sim olur, cevap bile veremezsin ne oldu ellerine diye soranlara.. Saklarken sabun kokan çekmecene değmiştir bir kısmı.. kim bilirdi ki, ara sıra çıkarıp içine yaştopu biriktireceğini.. Derken yanına birde defter koyup, mürekkep ettiğin yaştoplarınla umutlarını yazacağını..Sahi kim? Kuytuda silerken akanları o çok sevdiğin gömleğin kollarına....


31 Temmuz 2010 Cumartesi

cam kenarı



Gözünü yarım açarsın, ağlak bir bebek sesi boğazlar kulağındaki ileri üçlü kemikleri, en son sen ayarlayıp çeksende açılmıştır o dandik perde ve güneşin son demleri gözünün kepenklerinin altından fırlatmıştır son baskısını...Son moladan kalma nikotin ağzında hassiktir bir tat bırakmış ve boncuk terler boğazından anne kokan gömleğine bulaşmıştır...Afyonun patlayınca anlarsın ki dönüyorsun! Şaşılalacak bir durum yoktur ve dönünce gerçekleşecekler aynı yollarda gördüğün renkler ve coğrafi şekiller gibi gelir ... Bazen küçücük bir şehir kadar samimi, bazen bozkırın ortası gibi sarı, bazende aşılmayacak gibi duran bir tepe gibi yalnız ve zor... Fakat en yakındaki alkol olan ve çoğu zaman "soğuk" bir kolonya kadar uçucu hisler yüzüne vurdukça etkisi geçiverir... Gittiğin yerde ne sarı vardır, ne de yollarda gördüğün o tek katlı evler! Teknolojinin ırzına geçip en sevdiğin şarkıları "sırala ulan" komutu ile fırdöndürerek kalan sayılı dakikaları tüketip varırsın, hiç sarı olmayan şehrine! Yorgunluk pek de koymaz adama zira "beyazın" bıraktığın yerde seni beklemekte ise...
Gece kaldığı yerden devam ediyor ve her ne iş olursa olsun her yeni başlangıç ya da devam için bir pazartesi bekleniyor...Anahtar deliği hayat, o kadar küçük, o kadar kısa, o kadar bilindik, yerine göre o kadar bilinmedik! Bazen bilirsin içerde seni bekleyeni, bazen de karambole çevirirsin...Nefes nefese kalmak ise tuzu biberidir en yüksek katın... İçeri girip ilk uykudan sonra ateşlenen ilk sigara ile kağıt üzerinde olmasada yapılan hesaplar tutmalı, bir şekilde tutturulmalı zira bunca şey haybeden çekilmiş olmasın, o yol haybeden geri tepilmesin...
Her gidişin bir dönüşü, her yazının da bir sonu vardır... ilki çok tuttu diye değil mecburiyetten çekiyorum bu DEVAM filmini!

11 Temmuz 2010 Pazar

ara



Maddelerin, ezberlerin kafamdaki izdüşümlerinden kısa bir süre de olsa uzaklaşıyorum kalem kağıdı kısa bir süre için zulalıyorum! Uzatmalar da bitip, hakem düdüğü çalınca ben de tribünlere dönüp bi eyvallah çekeyim dedim..
Kombine kartı sahibi gibi locasında, koltuğunda totomu çürüttüğüm muhtelif kütüphanelerde aldığım kütüpleri kumların içine gömeceğim hatta yetmezse tükettiğim sıvıların şişesine dürtüp akdenizin böğrüne atacağım... Tüm kış ahanda şu yaktığım sigaranın dumanını bekledim ama bitmedi daha, zira bu iklimde bekleme hiç bitmez, şimdi de kısa vadeli bir bekleme seansı ile ağustosu bekliyorum...

An itibariyle 10 günlüğüne yatış moduna geçiyorum, kısmetse nat. geo'ya bile gireceğim bu miskinlikle...

turizm "patlamış mı" gidip yerinde tespit edeyim...
"akdeniz akdeniz gelen düşman değil biziz"

6 Haziran 2010 Pazar

Ara sıcak



Sanki iyi geldi bu yağmur...Paydos etmişti dibim, her bir damlaya hayranlık duydum! Ne dışarda olup bitenler ne de beklentiler, konuşturamazdı sanırım...Evet yine bir şeye gebe bu düğüm, ama yeni değil...Günlere, insanlara, susmalara ve konuşmalara kayıtsız kalmak, kendisine ve beklenene has bir işkence gibi! Kapalı kapılar üzerime, perdeler ise sımsıkı örtülmüş, tüm seslerin soluğu kesilmiş ve dışarıda onca insan beni bekler gibi...Korku boku selanik satırlara sinmiş, küfürler duvara çarpıyor, siyah duvardan akıyor... kocaman puntolarla; umuda, buğulanmış camlara beyaz olması beklenen bir gün çiziliyor! Sahibinin sesine benzer tüm yazışlar, biraz çarpık ve ürkek ama umudun oğlu... Ellerin kağıda istifrası gibi, çok karıştırınca üst üste ya da bir şeyin seni bozması gibi... Evet karıştı bir çok duygu, bir çok gece ve gün.. bozan şeyi aramak ise beyhude; Sıçtığımın mönüsünde özlemek, istemek, düşlemek, beklemek, başarmak, korkmak gibi ara sıcaklar sıralı ve hesap muhtemelen kabarık olacak.. Bedel ödenecek kuşkusuz ve her yeni gün yastığın ıslanması pahasına koşar adım yaşanacak....Yürek de ses ile birlikte çatallaşır!

26 Mayıs 2010 Çarşamba

silgi zamanı



Nereden bulaşmış hayatıma bu sakız reklamı duygular..
herhangi bir duygunun ağır basmaması da iyi aslında...
bunca zaman hatır gönül ile geçirilen tahta önü sözleri
ve önlüğü asma vakti....
evet reklama atıfta bulunup, önce bunun sonra şunun tadı geliyor demek
halet-i ruhiyemi tasvire uydu...
sadece bu kadar zamanda duyduğum, gördüğüm, hissettiğim güzellikler ile
yoluma kaldığım yerden etmenin istibdatı...
teşekkürler güzel insanlar...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

bir harmanım bu akşam




"çektiğim acıların demindeyim bu akşam
"pişman" desem, değilim
bir harmanım bu akşam...
her gecenin sabahı
her kışın bir baharı
her şeyin bir zamanı
benim dermanım yok..."



ne olur sessiz, lütfen sessiz...

30 Nisan 2010 Cuma

May1s



Onca zaman geçmiş yine buralara uğramayalı! Tek ses çıkması gereken "günün" gecesinde düşünceleri hadım edilmiş bir toplumun çarkın içinde dönen bireyi olarak geldim...Çoğu zaman düşüncelerden öte gidemeyen, silik fotokopi günlerden sıyrılan, zarar ziyan senenin yada senelerin birikimleriyiz! Özünde maçası yiyenin gücü olmadığı, gücü olanın maçasının yemediği döngünün unutmaya yüz tuttuğu ya da sıradanlaştırdığı ve haybeden haykırışlara da "başçavuş eşeği" muamelesi çekilen hayli küresel bir dünya... Ütopik birikimlerin gün yüzüne çıktığı, her gün iş yerlerinde ağzımıza sıçarken mevki sahibi bir takım elbiseli kıdemi, mevkiyi, tazminatı vs... düşünüp eyvallah çeken bizler tek bir gün boyunca emeğin, emekçinin saflarında halaya kalkarız ayağımızda vazgeçemediğimiz amerikan spor ayakkabılar ile... takvim atıp sayfa kopunca da 365 gün daha bekleriz tekrar insan yada onur kavramlarını...zira vermez haber bültenleri başka gün yerin bilmem kaç metre altında çalışanları, pamuk toplamak için pamuk yarinden ayrılanları, kaynak makinasında gözünü, tornada kolunu kaybedenleri...
Aslında o değil de kaybolan ne biliyormusunuz???

Paylaşmak isteyen olursa soru işaretlerimi buyursun yazsın.....
(Timur Selçuk-Nereye payidar, 1977)

19 Nisan 2010 Pazartesi

yalnız değiliz



"Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak..."
A.Arif




18 Nisan 2010 Pazar

zevzek

haydaaa!
fason katrankara çıkmış.....
yazılarımı kopyalayıp ekleyen vatandaş ağzımı bozmadan sana şunu hatırlatıyorum...
birde eline gitar almış lavuk!


zevzek
"hele bak şu aynaya yüzün yüze benzer mi
ta sabahtan uyumuş gözün göze benzer mi
vay o boyun devrilsin özün bize benzer mi

adam olamadın gitti zevzek
beni bilemedin gitti zevzek"

11 Nisan 2010 Pazar

gidişin dönüşü



Süpürmüşüm kelimeleri halının altına uzun zamandır. Ayağım takılmasa çıkaramazdım ya neyse..
Kalem nasırı tutmuş, parmaklarım bile unutmuş neresinden tutulur bu sivri uç diye!
Ağır bir yorgunlukla bırakırsın ya kendini yatağa işte öyle bir gitmeydi dönüşümün gidişi.. kısacık bir es vermiştim tıngır mıngır ilerleyen şarkıya..
Yazayım diye çıkardığım her beyaz kağıt "sonra" yağmurlarına kapıldı..
Yazılacak çok şey aslında hiç bir şey gibi geleli ve arsız bir misafir gibi gitmeyeli çok oluyordu!
İki kelimeyi bir araya getirmeyi özlemek bile güzelken, bu özlemden ziyade kendini ertelemenin habercisi olunca daha da uzağa dikilmeye başladı gözler..
Ne yapıyordum gerçekten?
Meczupların torbasına biriktirdiği fazlalıklardan başka?
O hangi ertesi gündü?
Ne olmuştu kadife akşamlara?


14 Mart 2010 Pazar

oyna



oyunculuk doğuştan verilmiş insana
oynayacağı rol ise sonradan öğretiliyor ya da öğreniliyor...
sonuçta hep oynanıyor bir şekilde!
orada onu burada bunu oyna
orada onu burada bunu ol!
gece aya gündüz güneşe yakın
sen!
sen ol...
kendine yakın olma...

13 Mart 2010 Cumartesi

sessizlik



bilmediğin bir tepenin başında bağırmak gibi
yoksa kaybolduğun bir orman mı?
sesin yankılanıp geceyi delerken
duyuluyor mu dediklerim oralardan??

12 Mart 2010 Cuma

Replik



"-İçince her şey halloluyor mu?
Hayır hallolmayınca içiliyor..."

5 Mart 2010 Cuma

temaşa



Zor oluyor aslında;
hem oyuncusu
hem senaristi
hem de yönetmeni olduğun
bu filmi yaşamak!
aslında en zoru nedir biliyor musun?
"son"unu merak edip oturup izlemek...

28 Şubat 2010 Pazar

pazar-bir ticaret masalı



uzun zamandan beri böyle bir filmden etkilenmemiştim...Oldukça şaştım kendime nasıl olurda daha önceden izlemem diye!2009 etiketli ve altın portakal ödüllü bu film akşam akşam rengimi bozdu..Senaryo, oyunculuk ve müzikler aklımı aldı habersiz...Sordum kendime yine neden her etkilendiğim filmde kendimi buluyorum diye..Mihram karakterinin arzusu ve olanı gördükçe önsözüm kazındı aklıma tekrar "zor adamı bozuyor"
Senarist ve yönetmen Ben Hopkins..listeme ve buraya yazılmayı çoktan hak eden bir filmmiş...Hele ki Mihram'ın son sahnesini gördükçe....Küçük yaşam arzusu ve bir yandan üzerine sinmiş ticaret yetisi şu repliği çakıyor aklına

-nerden buldun bunu?
ay ışığını nerden bulur.........

16 Şubat 2010 Salı

mendilsiz






Don lastiği ile mi bağlı kördüğüm geceye? nasıl uzaklaşılır koşar adım ceza sahasından?

doğru ya sen kazana düştün oyun bitene kadar..............

11 Şubat 2010 Perşembe

+1 daha

Ben üflemedim bu sefer...Mumlar rüzgardan söndü ama olsun! Özel gün karmaşası ve akılda kiracı tüm noktalama işaretlerini günü birlik tahliye süreci...Güzel geçsin, güzel yazılsın istenir hep... yaşanılan ve yazılan takvim arkası yazılarını okuyan herkese bir parça pasta ikram ediyorum tekil kutlamamda..

Bu blogu kendime d.günü hediyesi olarak açalı tam 3 sene oldu ve ilk postu yazışımdan bu yana bir kartopu gibi büyüyerek gelen paylaşımcılara bazen tezgah arkası bazen pencere önü, bazen soğuk bir park bankı samimiyetinde yazılar çıktı kınından..
Evet bugün benim doğum günüm ve en sevdiğim, en anlamlı hediyemle daha önce kendime hediye ettiğim birikenlerimle yeni bir yaşa daha merhaba..
Yaşından değil yaşadıklarından ibaret..

sanırım en iyi bu şarkı anlatır!

3 Şubat 2010 Çarşamba

en azından...



"En azından üç dil bileceksin

En azından üç dilde

Ana avrat dümdüz gideceksin

En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin...."

2 Şubat 2010 Salı

günaydın



Öyle bir uyanma olmalı ki..
herşeyden habersiz!
Sadece saatler devam etmeli
birbiri ile köşe kapmaca oynamaya..
Asırlarca şişmiş gözler..
ve kurumuş,
birbiririne girift olmuş dudaklar..
Bir başka sabaha uyanmalı
bir başka dünyaya
ve yaşananlar hep rüyalarda yorumlanmalı...

27 Ocak 2010 Çarşamba

23 Ocak 2010 Cumartesi

8 Ocak 2010 Cuma

satranç



Tozluydu odanın her yanı..o kadar zor buldu ki yerini, sanki asırlar öncesiydi ve olan biten herşeyi unutmuştu..Tam da o sırada tek hamle ile ağır kolileri bir pamuk parçası gibi kaldırıp fırlattı ve en altında kalan mermer parçasını çıkardı...Bir tarihin tozunu yutmuştu, tüm anıları saklamıştı dört bir yana ve hala eskisi kadar gösterişliydi..bekletmeden alıp odasına gitti bir solukta tüm taşları yerli yerine dizdi...değişen bir şeyler var gibiydi, oyuna bu sefer SİYAH başlamıştı...