11 Aralık 2008 Perşembe

Bir memleket gibidir gemi..


"Bir memleket gibidir gemi.....!"Bu cümleye ilk duyduğumda neden sardığımı anladığım gece 00.30..
Masadaki kadehler, elektriği kesilmiş bir meyhane de yanmak zorunda olan mumlar, sigara tutan el, ritimli şarkıya eşlik eder gibi sallanan kafalar, huzursuz bir gerginliğin aynada ki yansımaları gibiydi... Hadi artık ile başlayan cümleler maalesef o gece hep küfürle bitiyordu, aslında çok önemli bir isteği beklemek gibi olmasa da beklentinin kendine has gerginliği vurmuştu masada ki herşeyi paylaşanlara.. Kulağı telefon zilinde, gözü ekrana takılmış, özelde hayat için mecbur olunan haberi beklerken bir telefon çaldı; Ağız sesli bir şekilde bozuldu, gözler belirli bir noktaya kilitlendi;
- Numaranı söyle!
227
- Bahriyeli olmuşsun, (kahkaha fonlu)
Ya dalga geçme, (münferit küfürler)
-Yemin ediyorum, İskenderun yazıyor, denizci yazıyor,
Ben aldığım yeşil donları ne yapacağım( Ambele bir his ve şokla)
- Kahkaha........
Diye sonlandı bütün gece.... İskenderun 1. Deniz Er Eğitim Alay Komutanlığına Bahriye Er olarak cumartesi akşam gidiyorum, pazar günü şehrin en gelenekesel yemeklerini yiyip, Arap tütünüyle fokurdayan nargilemi içip, saat 17.00 de sivil hayatıma geçici olarak(156 gün) ara vereceğim... Gidene kadar buralarda hasretlik insanlara elveda derken, ayrıntıları öğreneceğim. Öğrenilen bilgilere göre acemi eğitiminden sonra dağıtıma katılacağım ve Bir başka yere gitmek adına şu gün itibariyle 32 gün sonra hareket edeceğim...O süre dahilinde, sivil hayatla tek bağlantım, girebilirsem internet olacak, yanımda götüreceğim olmazsa olmazım! kağıt kalemim ile yayın hayatına devam ederim..Artık buraya ne zaman düşerse siz de okursunuz, klasik asker anılarını ne dinlemeyi, ne okumayı ne de anlatmayı sevmediğim için, öyle bir harekette bulunmayacağım.. Mail olarak takip etmeye çalışacağım iletişime geçmek isteyenleri, telefon olayını çözene kadar...
Akdenizin beni bu kadar sevdiğini beklemiyordum, tamam çok haşır neşir bir durumumuz oldu şu yaşa kadar ama kaderin hep bir yerlerinde girift olmamız tesadüf olamaz..Yine tesadüfe aykırı bir durum ise KOYU SİYAH bir hisse, klasik yeşilleri, hakiyi yakıştırmayan o bahsi geçen kader, iptal ederek senaryoyu, BEYAZ bir kimlik ile sayılı günleri geçirtecek..Siyahı beyazla buluşturup, beni şaşırtmadığı için de ayrıca teşekkür ederim...Bakalım nasıl duracak beyaz üzerimde...!
Şöyle daha da bir hisli bakınca, denize o kadar çok şey buldum ki...Çocukluğumun kahramanı "temel reis", gençliğimin kahramanı "3 fidanın körpesi Deniz", ilk öptüğüm kız Deniz, ucuz bir şarap şişesini bir hışımla dikleyip fırlattığım deniz, yüzmeyi öğrenirken ortalığı ayağa kaldırdığım deniz, şiirlerin içinde beyaz fona mürekkep ile akıtılan masmavi deniz, en hisli şarkılarda hele bir de uzaktan bakınca adamı bozan deniz, İnönü'nün rüzgarını tribünde içime işleten deniz, bir hayalle yaptığım kaleyi dalgaları ile bozan deniz, ben&rakı ve içinde yaşattığı balığı bir araya getiren deniz ve daha niceleri... Ve en önemlisi en sevdiğim şarkı olan "Birazdan kudurur deniz"..!
Daha çok şey olmasına rağmen bu konu hakkında, burada kesiyorum..Tadında kalmalı hisler, zaten burada içimden bir şeyler taşıyorken..Arayı çok uzatmamaya çalışacağım, şimdilik eyvallah cümle okurlar..
Adet yerini bulsun Şafak KARAnlık.....!

8 Aralık 2008 Pazartesi

Yardım

Malum son günlerimde alışverişimi yaparken kitap ihtiyacımı gidermek istiyorum..Fakat yıkıcı, kırıcı, delici vs.. gibi kitaplar alınmıyormuş içeri... Şöyle bana uygun birşeyler varsa aklınızda, yazarsanız sevinirim gidip alayım , zira çekirdek, gazoz, gazinoda vakit mi geçer?

6 Aralık 2008 Cumartesi

Düm Tek(il)


Bağlasan durmaz bir his, kalp kepenklerine sertçe yumruklar geliyordu açılsana komutu emredilen, dudaklarını kemirirken heyecanı atmak için, elinde oyuncak etmişti sigara paketini... Okuduğu romanda ki  "müstehak" oluyordu bazen , bazen de  izlediği filmde ki "bekir" gelinirmiydi her gece diye düşünüyordu, çok sesli çalgılar ekibinden çıkan onca ses arasından yalnız onun bendirinin kulağına çalındığı anlarda... Bir bulut olmuştu ve yükseliyordu içerideki sigara dumanı, keskin bir alkol kokusu burnun deliklerinden içeri girip, beynin bilmem kaçıncı lobunda bulunan, hüzün-sevgi-endişe-korku vs.. gibi mekanizmaları harekete geçiriyordu..Sanki ilk adımda o çok bütçeli amerikan filmlerinde yapılan, seyir zevki yüksek enstantane yapıldı, içeri adam girdi ortalığa yoğun duman verildi, arkadan müzik ile ki zaten kendisi yaparken bunu ekstradan bir şey çalmaya gerek yok, saniye bilmem kaç tur attırılarak oradaki herkes kayboldu.... Sanki vurduğu bendire değil kalbine değiyordu ses, gözlerini kapatınca....
Çok kalabalıktı içerisi ikinci kez makamına varıldığında, ilk gün ağlayarak okula giden bir ilk okul öğrencisinin, alışması ile sonraki gün koşa koşa gitmesi hissiyatı vardı kuş kalbinde, sanki her şey bittiğinde karşısında selam duracak, o da bu selama karşılık elleri yırtılırcasına alkışlayacak gibiydi...Saklanabilseydi ses, işitsel duyuların hepsini tek tuş ile sıfırlayıp, yalnızca onun sesini dolduracaktı.. Geçip köşedeki en sakin masayı bulmasıyla, bir devam filmi niteliğinde, "büyüklerinin yanında canı sıkılan bir çocuğun, masaya dirseklerini dayayarak, ellerini yüzüne bastırıp, kendi dünyasına dönmesi " masumluğunda, ufakça bir fıstık parçasını dişleri ile ezerek, gözlerini hiç ayırmadan yalnızca sallanan bir çift küpenin ışığı yansıtması sonucu acaba bu ışık mı gözleri mi daha parlak sorunsalını tartışan, hatta bazen nefesine bile müdahale ederek, dışarıdan gelen tüm seslere kulakları tıkalı, derince yutkunan, kuytu köşe duygusalı... 
Toka yapımına ve kullanımına lanet ederek, özgürlüğün saçlardan başladığına inanan, hadi bir hamle diye "son dakika beraberlik golü" beklentisinde, düşmesini istedi saçlardaki esaret bağının.. Salınıp elleri ile düzeltmesini, her hangi bir tebessümün hangi tualden fırlayıp geldiğini, düşündü.. İkinci katta önündeki demir korkuluk arasından bakmaya başladı tek gözünü kısarak, demir teller parmaklık olmuştu, orasıda bir cezaevi ama görevler hala belli değildi, çözümsemek için bu durumu ayağa kalkıp bağırmak istedi "Hem mahkumum sana, hem mahcup bir gardiyan" diye... Fakat orada oturup bu durumu daha da somutlaştıran, demirler arasından izleme işine döndü, demirler arasından hafifçe başını kaldırıp, sömürürken önündeki ince belliyi en dibindeki duyguları alırken, göz göze gelme cinayeti yaşandı.. Cinayeti yalnızca bir çift göz planlamış, aracı ise ağızdan yavaşça süzülen alkol olmuştu.. Parmaklarının uçlarına kadar hissedemez olmuştu, soğuk bir ten ne kadar titrerse işte o kadar titriyor, zor çıkarıyor pakette ki sigarayı, derinlemesine ilk nefesini alırken gözleri ile beyni birbirine diş biliyorlardı, korku ve istek birbirine peşrev atıyordu.. Belliydi zaten daha önceki müsabakalardan isteğin galip geleceği... 
Şarkılar sanki sözleri oluyordu gecenin, sesi sanki gücü oluyordu şarkıların... Bazen bıçak saplanmış gibi acıyordu içi, bazen nefes nefese kalıyordu düşlerinin peşinde zira çok hızla ilerliyorlardı yetişemiyordu.. Sonunda gözlerini kapatıp soyutlanmak istedi, ağzında gargara yaparken o en sevdiği sıvıyı, elleri ile gözlerini kapayarak binyıllarca bekledi, sanki kalbini germişlerdi gergefe, bendir diye tenine vuruyordu dümü de teki de.... Beyninde duvardan duvara çarpıyordu küçücük bir düşünce, hangi kapıya gitse geri yollanıyordu..Kirayı ödeyemediğinden yersiz yurtsuz kalmıştı "ilişki" , adı bile çoğul bir anlam çağrıştırdığından yalnız da yapamıyordu.. Geçmişteki "arsızca eve alkollü gelmesi, boşvermişliği, durup durup yaştopu akıtması, kalemle kağıtla oynayıp başka arkadaş edinememesi vs.." onu her kapıdan döndürüyordu.. Bu arada "O" yepyeni bir şarkı söylemeye başlamıştı, ve kabustan uyanır gibi tek seferde açtı gözlerini, saat haddinden fazla hızlı ilerlemişti.. Sigarasını sanki herşey camı bulan vatandaş, ya da kültablası imalatçısının suçuymuş gibi bir hışımla söndürdü..Seslenerek yakınında ki garsona, "bizim günahımız ne kadar"diye, hesabı istedi, verilemeyecek-ödenmeyecek-yaşanmayacak-saklanacak-susulacak-ağlanacak hesabını....

4 Aralık 2008 Perşembe

muzları kastetmiyorum


Bok var bu durumu hiç beğenmiyorum...Yine olmadık zamanda olmadık bir şey aklıma geldi! Eve gıda ve çeşitli tüketim maddeleri almaya gittiğimde maymun iştahıyla muz seçiyordum, aklıma okurken çok etkilendiğim o olay geldi... Malcolm X' in muzları kastetmiyorum hikayesi. Şöyle ki O zaman yapılan geniş katılımlı siyahi bir toplantıda, Malcolm X yüksek bir kürsüye çıkarak sormuş;

- Kaçınız özgürlük istiyorsunuz?
Grupun tamamı yani 300'e yakın kişi el kaldırmış. 
-Peki kaçınız özgürlük için yolunuza çıkan her şeyi yok edersiniz?
Bu sefer sayı çok düşmüş ve 50 kişi falan el kaldırmış. 
O 50 kişiye ithafen diyor ki
-Özgürlük isteyen fakat bunun için hiçbir şey yapmayan 250 kişi ortaya çıktı. Az önce siz dediniz ki, özgürlük istiyoruz ve bunun için her şeyi yapmaya hazırız. O zaman işe şu 250 kişiyi yok etmekle başlayın, bunlardan bazıları da akrabalarınız, aileniz vs.... Özgürlüklerini isteyip hiç bir şey yapmayan, şu 250 kişiden kurtulduğunuzda özgürlük kendiliğinden gelecek. 

Peki muz ne alaka derseniz; Bu siyahi abiler Afrika'dan göç ettikleri için ve Afrika'da muzun değersiz, önemsiz olması nedeniyle o 250 kişi için muz kelimesini kullanmış ve bu hikaye de kayıtları muzları kastetmiyorum diye geçmiş.

7 fark


    Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan 

Geçen hafta Uykusuz dergisinde yazmış, güzel insan Vedat Özdemiroğlu, 2 resim arasındaki 7 fark köşesinde..Kaçırmamaya çalışırım zira çok güzel tespitlerde bulunuyor, okumayanlar için buraya taşıdım.. Kişiden kişiye göre de beğeni değişir ama benim favorim açık ara Zeki Demirkubuz olur....Zira bazı filmleri benim için dönüm noktasıdır...

1-) Demirkubuz, film yapar sanat olur.. Ceylan sanat yapar, film olur....

2-) Demirkubuz, öteki Türkiye'dir..... Ceylan C planı'dır....

3-) Demirkubuz'u daha çok Türkler sever... Ceylan'ı daha çok yabancılar....

4-) Demirkubuz, Kısakürek'in "Otel Odaları"dır. Ceylan , Çamlıbel'in "Han Duvarları!..

5-) Demirkubuz Beşiktaşlıdır... Ceylan, takım tutmaz bir hal sergiler...

6-) Demirkubuz, film yapar ve festivale girer... Ceylan, festivallik film yapar ve festivale girer...

7-) Demirkubuz, zekidir ve bilgelik taslamaz... Ceylan, bilgedir ve zekilik taslar...

Piraye


"Bulutlar geçiyor haberlerle yüklü ağır

Buruşuyor hala gelmeyen mektubun avucumda

Yürek kirpiklerinin ucunda

Benim bağırasım gelir 

Piraye Piraye Piraye diye"

Nazım'ın bu ağır şiirini, sancılı acıyı, değdiği yeri yakan kelimelerini, kafamı sağa sola yaslatıp, iç çektiren mısralarını, güzel bir şarkıda daha derine işliyorum, kaç oldu saymadım ama 2 gündür yalnızca bunu dinliyorum... Kemanın telleri çok ince kesiyor tenimi, sesim soluğum çıkmıyor, keşke bağırabilseydim bende...!!!Bunu yaşamalı, bağırmalı ismi, yoksa cidden bağıra bağıra ölmeli..Sonrası yok, en sonu bu...! 

2 Aralık 2008 Salı

227 numara!!!


180 günlük bir etiket olacak HAKİ, dönemsel anılar ve tespitleri paylaşacağım..Gideceklere fikir, gidemeyenlere de eğlence olsun. Son yazı olan "YOL"un dakikalara parçalanmışı, hatta hepsini yazıp bitirmeyeyim, sıkmayayım okuyucuyu dedim...Hazırlık ve ilk bakış burası...
İpliği bitmez makaranın sonu gelmeyecek gibiydi, allahtan biri saate bakmayı akıl etti...Gün içinde çok fazla düşünmesekte, yerli yersiz " ya ne bok yiyeceğiz biz sorusu" dökülüyordu ağızdan..Gözlerim üflediğim dumana takılıyor, kıl-tüy-yün gibi şeyleri hiç sorun etmeyen ben; bilinçsiz bir şekilde sakallarını sıvazlarken, derin düşüncelere dalıyordum.."Bira kaldımı laaann" sorusuna, su için mutfakta olan ben olumsuz cevabı verince, pili bitmiş saat gibi teklemeye başladık. "2.5 saat için uyunurmuydu, uyunsa kalkılırmıydı" gibi bizim için önemli soruları envayi çeşit düşünürü getirsen cevaplayamazdı. Yatılsın dendi, uyumayalım fikri ve gözler 15-20 dakikadan fazla dayanamadı. Sabah zor olur diye jiletler suratlara dayandı, limon kolonyası kokusunda derin bir uykuya dalındı...
Çeşitli alarm sesleri geldi, saat 4.30 olmalıydı. Çok ince bir dürtük ile hafifçe doğruldum. Düşünmeden işin kaynağını, başladım küfre ta ki ayakkabılarımı bağlayana kadar! Herkesin suratında aynı eblek ifade, bir dokun abaküslerce küfür işit... Uyandırmadan apartman halkını, kapıyı sessizce çekip  hırsız gibi dışarı çıkarken, sigara yakılmış ortada döndürülüyordu, kaçırmadan bu koalisyonu hakkım olan 3 fırtı çekip salladım yere..Taksici vatandaşın yanına gidildiğinde, cama tıklamak suretiyle uyandırıldı, gündüz açtırıldı, tarif edildi güzergah..
Cama dayanan kafa, fazla dayanamayıp başladı bir yarım saat sonrasını düşünmeye, yol sadece bizi taşıyor sanki koca şehir uyuyor! Sağa sola bakıp eski duygu yoğun anıları düşünmesini talep ediyorum fikrimden fakat o oralı bile olmadan, soru işaretlerine yuva yapıyor... Turuncusu ağır bir sarı tüm yolu, hatta göz görür heryeri kaplamış..Şehir ışığı yola yansıdıkça, her tarafın daha boş olduğunu görüyorum, bu bana tekil bir ürperme veriyor... Yol, saatin elemanlarına arkadaş, sürekli ikiside ilerliyor..2 gün boyunca, kim geyik olsada üzerinden atlasak diye yırtınan 4 kişiden çıt çıkmadan, semte giren yola başlanıyor...Ya yutkunmalar, araç içinde duyulacak kadar sesli ya da aracın içi oldukça sessiz sorunsalını düşünürken, gözlerim geniş bir demir kapıyı, hayli uzaktan farların yardımıyla gördü..Artık toparlanmalı diye düşünürken, arkadan bir ses "burasının olamayacağını" kalabalık olmasını gerektiğini söyledi, haklıydı kalabalık olmasada böyle butik otele girer gibi de olamazdı...Derken tabela yanlışlığı onayladı, olsundu güzel abimizde uykudan uyandı, semte 2 birlik yapmışlarsa onun suçu ne? Özürümsü bir incelik ile tekrar fakat kısa bir yola çıkıldı, zifiri karanlık geceden gündüz kadar parlayan bir alt geçide girildiğinde, camda yüzümün yansımasına baktım..Böyle oyalanırken, bir yokuş sonrasında sanırım burasıdır sesiyle kafama kaldırmam, kafamı kaldırmamla 4 ayrı tondan "hassiktir" duymam bir oldu...
Ayağımı attığımda yere, topuklara vuran soğuğu hemen aldım bünyeye..Hayırlı işleri çekip uğurladık güzel abimizi...Gözler hemen sıradaki hemdurum vatandaşlara takıldı, acep okuldan veya şehirden tanıdık çıkarmı diye..Gözlerim yerinde durmuyor, her şeyi her yeri herkesi beynime bildirmeye çalışıyordu. Hareket edip kuyruğun yanında inceden yürüyüşe başladık. Kapşona kafamı sokarak, soğuğu hissetmemek için ceketimin fermuarınıda kapadım. Oradan bir ses duyuldu "beyler bir numara alalım, yeni gelenler hoop" Zınk diye uyanıp, yazdırdık isimleri tek tek. Sonra kıç tarafına geçip kuyruğun, sağdaki mi yoksa soldaki kahve mi güzel sorunsal başladı. 4 tane çay kapıp, soğuğa karışan dumanları nikotinle harmanlayıp saldık dışarı..Bu arada hava ısınmasa da ortam yumuşamış, sağa sola salça olmaya başlamıştık, nerdensin ne ayaksın falan... Kuyruktaki sayı arttıkça "ulan şu olsa parayı keserdik, üfff ne satılırdı " ticari düşüncelerinden alı koyamadık makaradan.. Ortalık zifir olmasına rağmen herşey gündüze uygundu, dükkanlar açık, araçlar sesler vs... İkinci bardak çayı 5.30 da sömürürken, beyler alım başladı sinyalini verdim gördükten sonra kapıdaki ilk grubun hareketini...Hurraa Ekmek Çıktı....
Bardağı uluorta sallayıp, sigarayı derince çekip bırakırken, tek sıra yılan kıvamında süzüle süzüle gidiyordu..Artık kapının oraya ulaşmıştık, birden ilk kişinin içeri girdiğini gördük ve başladı dendi! Tan vakti kızıllığına bürünürken ortam, çok çok ince bölünüyordu karanlık, üşüme azarken, karmakarışık soru işaretleri saplanıyordu beynime..Sonra buraya yazacağımı da düşünerek biraz malzeme adına profillere göz atayım dedim. Sanki ortada ayna var nereye baksam, kimi görsem ben, farklı olan sadece tipler şekiller, düşünceler aynı, hüzün aynı... Gıdım gıdım ilerleyen sırayı saat 7 olunca en erken ses tonu ile ufak homurdanmalar kapladı, kuyruğun sonu görünmüyor, ip gibi bir duman yükseliyordu karanlıkla...Sakıncalı ilk bölgenin içindeydeydik ve kapıdan sonra herkeste bir gerginlik sözkonusuydu...Ulan yakalımmı bi tane? dedim, güvenlik kamerası işaret edildi çaktırmadan..Güneş baya bir kendini gösterirken, kameranın altına ilerlemiştim, zaten kör nokta gibi bir yerde vatandaşın biri yaktı, dururmuyum görünce çaaat! Hemen 4 kişilik bir koalisyon ile öldürüldü sigara...Bunu kapıya kadar olan 2 saat içinde 2. ve 3. izledi...Derken kapıdaydım, adım atacağım ki birisinin geldiği farkettim, hemen geri çekilerek yol verdim, Paşaya! İşte dedim dakika 1 skor bolca yıldız, çelenk vs.....Numarami sanki cekete degil tenime igneledim, 227 numara  sola geç..................

28 Kasım 2008 Cuma

Rahat!!!


Panjurların sıkı sıkı kapalı olduğu bir odada ne kadar olursa işte o kadar aydın gün...Kalkar kalkmaz siyaha çalan bir hissiyat oldu nedeni de belirsiz..Yüzümü yıkamaya gittiğim banyo musluğuna elimi attığımda, garip garip sesler çıktı şaşırtıcı ve komik olanı ise, çıkan seslerin su arızayı aradığımda görevli "makaktan" çıkan seslerden daha güzel olmasıydı..Gülünç bir hal ile sabahın en light küfürünü ettim, canın cehenneme tarzında film altyazısı gibiydi.. Suları kesmişti arızasına kurban olduğumun belediyesi, zırf yağmur suyu şebeke suyuna karıştı ihbarını aldığı için, peki dışarda dolaşan o kadar adamı neden kesmiyor, onlarda bize karışmış ve tadımızı bozmaktalar...Varsa maçası buyurun diyeceğim ama uğraşacak durumum yok, zira şu saat itibariyle 8-9 tane 60 dakika kaldı yola çıkmama, eğer olağanüstü birşey olmazsa, efendice akşama kadar evde pineklemeyi, sonra inceden hazırlanmayı hane halkı ile vedalaşıp, güzel insan Apo abinin yanına uğrayıp inceden 2-3 dublenin belini kırıp yola çıkmayı planlıyorum, ev kerbelayı  andırsada...
Garip hislerin çetrefilli ılıklığı ile uyudum gece, müziği mümkün olduğunca geri plana alsamda arsız çocuk gibi zınk diye geldi baş köşesine oturdu düşüncelerime yön veren hislerimin..Kocaman bir ürperti oldu o şarkıyı duymamla, çocukluğumda bulaşık deterjanı ve su ile yaptığım karışımı, her çeşit delikli alet ile üfleyerek oluşan balonları patlatmak kadar kolay değildi, içi tamamen tuzlu su ile dolu olan gözlerimi tek hamleyle boşaltmak....Dedim "yaş yerinde ıslaktır" kalsın, hatta bunu ilk ben söyledim dünyada...! İşte bunları düşünürken yepyeni bir tarih geldi gözümün önüne, durduran terbiyesiz evladıdır, oynat bee ne olursa dedim ve izlemeye koyuldum, bakalım kahramanımız siyah o bölümde neler yapmış diyerek daldım cam çerçeve dinlemeden....Birden ortalık bir karardı, ince ince beyazlar belirmeye başladı onlarda belli belirsiz, işte dedim burası ya yol, ya da tribün...Baktım ki 4 mevsimi de geçirdiğim, dağ-tepe-kavşak-şarampol vs... 
Kitabı, defteri toplayıp her hangi bir iktisadi dersi geride bırakıp, 3-4  hoşbeşi ile Attalosun daracık kaleiçine inerken, seyyara gözü ilişince ateşi ilk defa gören o ilk insanlar gibi durdum! "İzmir'in Büyücüleri" diye kitap mı olurmuş diye yere bir çırpıda eğildim, degaj yapacak kalecinin topu tutması gibi tutarak kitabı....İlk bir kaç sayfasını okuduktan sonra, tahmin edilmesi kuvvetle muhtemel bir şekilde, fiyatını bilmediğim kitabı alıyorum dedim... Ayrılarak kalabalıktan tekil serüvenime dönüp, falezlerin üzerindeki mekana girmemle havanın kararması  bir oldu.. Buz sadece güzelim rakıda değil, ellerimde de vardı..Siyah beyaz atkımı daha bir sıkı dolayarak boynuma iyice gömüldüm yerime ta ki o kitap bitene kadar... Kalkmamla her zaman ki gibi cam kenarı bir yer ayırtmam bir oldu...yanıma da fazla bir şey almadım, bir kaç parça hediye, bir kaç kıyafetimsi, toplasan en fazla 2 paragraf oluşturacak kadar da kelime aldım... 
O gündü işte son smyrna yolculuğu..Sanmazdım,  gitmem diyordum, kanal değiştiriyordum, sesi kısıyordum, ağzımı bozuyordum vs.... Ve yeni bir karar alınması adına tekrar tıpışlıyorum bu gece... Kişilerin değil, sevgili devletin! alacağı bir karar..Kaç ay ve nerede asker olacağıma, karar verecekler... Pazartesi Gaziemir  ulaştırma ve eğitim birliğinde yedek subay olmamak için sınava gireceğim..İşte karmakarışık yazının özü bu...
Kitap hakkında başka bir zaman uzunca bahsederim, Bu fotodan daha iyi anlatan birşey bulamadım, içinde ki esrar-ı...

27 Kasım 2008 Perşembe

Satyagraha


".... Binlerce maddesel aracınıza, 'emekten tasarruf mekanizması' diyorsunuz ama yine de her an meşgulsünüz. Makineniz büyüdükçe siz daha çok yoruluyor, daha kaygılı oluyor, ürkek ve doyumsuz hale geliyorsunuz. Neyiniz varsa ,  daha fazlasını istiyorsanız; nerede olursanız olun, başka yere gitmek istiyorsunuz. Size hammadde bulmak için kazı yapan bir makineniz var, imalat için bir makineniz var, taşımak için bir makineniz var, mesaj taşımak için, yazı yazmak için, konuşmak için, şarkı söylemek için, tiyatro oynamak için, oy vermek için, dikiş dikmek için makineleriniz var,  daha da yüzlerce çeşit iş yapacak, yüzlerce makineniz var, ama hala dünyanın 'en ürkek ve en meşgul insanlarısınız.' Sizin araçlarınızın zaman tasarrufu da, ruh kurtarıcılığı da yapmayan makineler. Onların sivri mahmuzları sizi güdüyor, daha çok iş yapacak daha yeni makineler icat etmeye zorluyor..."                    Satyagraha 

26 Kasım 2008 Çarşamba

Küçük şeyler


Hani bu küçük şeylerle yaşamak, küçük şeylerle mutlu olmak derler ya...İşte biraz o konunun üzerine gideyim dedim. Şimdi bu sadece "mutlu olmak" için mi geçerli? Küçük şeyler ile korkan, üzülen, tiksinen, sinirlenen, hayıflanan, vs..... yok mu? Neden bunlar pek çıkmaz suyun yüzüne? Lafı uzatmadan bazı örnekler ile anlamlandırayım...Mesela dandik bile olsa kırılan bir bardak, porselen bir biblo haddinden fazla üzer beni, buzdolabını açtığımda gelişigüzel dizilmiş kap, değişik tüketim maddeleri hele ki açar açmaz yere düşen birşey varsa sinirden dolabı parçalamak gelir, günün son sigarasının pişmanlığı, ağır hareket eden bir görevli vatandaş azabı, bilmediğim bir numaranın verdiği 3-5 saniyelik yusuf yusuf gerginliği, sırnaşık ev-yol-iş arkadaşı karmaşası vs....
Bunları daha çoğaltabiliriz, o zaman buyurun çoğaltalım....

25 Kasım 2008 Salı

Uyandır-Ma

Çocukluğumdan bu yana tek geçmeyen agresif, kindar, ürkütecek kadar korkunç, yazarken bile ellerimi titretecek kadar sinir sahibi yapan pis, kaka, cıs eylem... Sadece kendi bilincimde hatta bilinçsizliğimde, en kötü ihtimalle öten bir saat ya da telefon ezgisiyle ki onu da ben ayarlayacağım melodisini, uyanmalıyım...

Uyanma bir doğmadır, her gün yeniden doğmadır, ölüme eş olan ve halen anlayamadığım uyku halinden günü birlik günaydın durumudur..Bu yeniden doğma ne kadar şiddetsiz ve hafif olursa günün o kadar iyi geçeceğini en azından kötü geçmeyeceğine inanıyorum! İnanılan bir kader varsa, inanmayanlar için ise kaderi kendin yaratıyorsan bu tarz vuku ile gergin bir güne tek kişilik bol sancılı bir oyuna davetiye verilmiş hissiyatı oluşuyor.. Kim ister ki dışarıdan bir ses ile irkilip, sayılı zaman göz kapalarından feragat etsin? Arsız bir satıcı, terbiyesiz bir korna, acı öten gereksiz bir telefon, müsayitseniz annemler kahveye gelecek diye zile abanan bir çocuk, gergin bir ev halkı bağrışması....Bu örneklerin hepsi okurken bile ıyyy dedirtiyor biliyorum, hele uykuya düşkün biriyseniz...Hassas olunan konular keşke insandan insana değişmese, ya da bende top patlasa uyanmam diyebilsem...Tüm günün kötü geçmesi vukuatı durup durup sağa-sola doğru kafayı ağır hareketler ile çevirip derin cıklamalar eşliğinde, sanki beni uyandıran, efendicene yanımda duran sigara paketiymiş gibi hıncımı ondan çıkarmak hem izmarite hem de bana yapılmış koca bir ayıptır..Şurada animasyondaki güzel abimiz gibi olmak istiyorum, bugün biraz olsun sakinleşmemi sağladı...

21 Kasım 2008 Cuma

Dünya Rakı Haftası



Mail kontrolü yapıyordum büyükkeyif'in güzel etkinliğini gördüm, davetlerine çok teşekkür ederek askerlik dalgası nedeniyle kımıldayamıyorum yerimden sayılı şu günlerimde maalesef...Türkiye'nin rakı portalı olarak emin adım ilerleyen "herkesi değil, rakıcıları" toplayıp çeşitli etkinlikler ile bir araya getirmeyi beceren şık oluşum. 2006 yılından beri süregelen "dünya rakı günü " olayını haftaya çıkarmışlar 1-7 aralık tarihlerinde fakat kutlama 28 kasım cuma günü çiçek pasajında yani tamda benim smyrna'ya gideceğimin akşamı....Tarihe geçmiş şu lafı değiştirerek söylüyorumki "ayaklarım smyrna'ya değil pasaja gitmek istiyor" !!!! Haftaya çıkarmaları hem iyi olmuş hem de bahane olmuş akşamcıya, zaten ne bu böyle tek günde kutlanırmı, sırf kokusunun bünyeye sinmesi 48 saat sürer...Şuradan rakıya karşı zaafı olan, pasajın kokusundan durduk yere efkarlanan, sesleri kulağına mıh gibi çakan, en önemlisi de işi gücü olmayıp istanbulda o gece bulunan vatandaşları bilgilendirsin link.

O zaman meraklısına bir de Neyzen Tevfik hikayesi yazayım tam olsun;
"Neyzen Tevfik son zamanlarında yeni bir alışkanlık edinmişti. Rakıyı gözlerini kapatarak içiyordu. Masada bulunanlardan birisi sordu:
-Afedersiniz hocam ama neden gözlerinizi kapatarak içiyorsunuz?
Neyzen mahsun mahsun cevap verdi:
-Ne yapayım birader? Şu mübareği o kadar çok seviyorum ki görür görmez ağzım sulanıyor. Halbuki ben rakıyı susuz içerim....."
Kaynak Bkz: Çilingir Sofrasında Rakı- Deniz Gürsoy (Şahane kitaptır)

Bu kadar rakı muhabbetinden sonra artık beklenmez kutlama gecesi, ben artık tekil bir kutlama yapayım malum haftasonu arefesindeyiz....
-Cacık ve beyaz leblebi masada, teklifine teşşekkür ediyorum, hissediyorum bu gece BÜYÜK açacağım!!Devam diyoooooo

20 Kasım 2008 Perşembe

Demokrasi Projeleri



".........Ben bir zamanlar Yugoslavya'da bu işlerin merkezi sayılan B92 televizyonuna gittim. O zamanlar Yugoslavya'da muhalefetin kalesi. Başındaki adam uyutma operasyonunun pembe diziler ile başladığını söylemişti. Ah ronaldo, vah maria'lar vardı ya! Bunlar Yugoslavya halkına sunuluyor. Önceleri, köylü çiftçi gece erken yatıyor, bu dizileri pek seyretmiyor. Dizileri öğlen saatlerine alıyorlar. İnsanlarda tiryakilik yaratıyorlar. Bir müddet sonra da bunların arkasına son derece siyasi bazı belgeseller koymaya başlıyorlar. Çiftçilerin o zaman en büyük derdi köylerinden çıkıp pazarlara ulaşmak ve yol yok. Ekranlarda pembe dizilerden sonra yayınlanan belgesellerde, çiftçilerin günlük dertlerine çözüm getiren, mallarını nasıl pazarlayacaklarını anlatan belgeseller yayınlanıyor. Yıllar içinde yeni bir hükümet arayışı ekranlarda yer alıyor. Bir yandan Hırvatlar, Boşnaklar, Sırplar içerideki çeşitli etnik gruplar üzerine müthiş çalışmalar yapılıyor. Yugoslav lafı ortadan siliniyor. Alt- üst kimlik tartışmaları başlıyor. Bir zaman sonra insanlar yollara dökülüyor......"

Çocukluğumda pazar geceleri zorla yatağa götürülürken, hep aynı yüzü görüyordum. Keyifle yapılan bu programa o zamandan aşinayım. Banu Avar TRT'nin o kadar bilindik bir yüzü ki, günümüzde eskilerin hemen hepsi tasfiye edildi-yer değiştirildi,söndürüldü....O dışında! Bu kısa fakat dopdolu söyleşi kitabı, 2007 yılında Cem Küçük'ün Banu Avar ile yaptığı söyleşiden oluşmaktadır. Bu kadının en sevdiğim yönü, yoluna çizgisini bozmadan devam etmesi, programının yayın saatlari ve günleri zırt-pırt yer değiştirmesine rağmen, 301'e bok atan aydınımsıların, Banu Avar'ı 301'den yargılatmak istemesine rağmen bildiğini yapması...Profil Yayıncılık-Söyleşi "Demokrasi Projeleri Banu Avar"

15 Kasım 2008 Cumartesi

trio

"Omnia mea mecum porto
Her şeyimi yanımda taşırım.."

Bir hikaye içinde geçiyordu, hassas bir söz buraya taşıdım Ciceronun.....

"Her hergele insandır ve tam tersi de geçerlidir..."


"Alın yazısı her hayvana, yaradılışına uygun bir ahır hazırlamıştır. Hayvan ne kadar çifte atarsa atsın, kendisine hazırlanan yerde olacaktır....


14 Kasım 2008 Cuma

Ben X



Türkiye'de vizyona ilk olarak 27. İstanbul film festivalinde girmiş. Belçika-Hollanda ortak yapımı Nic Balthazar filmi. Kısa film sınıfından daha uzun, gerçek kişileri de göstermesi ile belgeselimsi havasında...

Ben zamanının çoğunu kendini kaptırtığı bilgisayar oyunu ile geçirmekte, orada kurduğu ya da yaşadığı sanal dünyanın yanılsamalarını günlük hayatta yaşayan, hemen her olayı orada kurgulayıp betimleyen genç bir adem oğlu...Aynı zamanda bu Ben çocukluktan bu yana farklı değişik ruh hali ve davranışları ile doktor doktor gezdirilen sonunda otizm tanısı konulan bir genç. Fakat bana biraz daha farklı geldi bazı bölümlerde şizofren, oyunu kurguladığı yerlerde ise sosyopat gibi algıladım. Yani netice olarak çocukluğundan beri çevresi ve özellikle arkadaşları tarafından dalga geçilmek amacı ile türlü eziyetlere maruz kalmış ve fakat bu çocuk çok zeki olması ile de izleyeni kendisine hayran bırakıyor.

Böyle izlerken üzüntü, kaygı, bazen mutluluk gibi çeşitli salata hissiyata girsenizde nereden geldiği belirsiz bir sinir içinize oturuyor bu kesin! Sanki haksızlığı anlatmaya çalışmanız gerek gibi bir misyon ediniyorsunuz varsa sizin de geçmişte bir yanlışınız hassiktir diyerek özür dileyesiniz geliyor.Çok anlattırmayın işte bana izleyin, "İntihar etmenin bir avantajı var, kurbanı çol uzakta aramak gerekmiyor" repliği geçen film....

İpuçları" kendi olmak, dene, geç kalma, pencere, ille de kadın her yerde kadın"

4 Kasım 2008 Salı

aşk rüyası



...çevremizde hazin bir şiir havası vardı; ben de bu havaya ahenk uydurmaya çalışıyordum. Ben ona, insanın hayata olan güvensizliğinden veya hayatı anlamayışından ya da hayat tarafından küçük düşürülmüş olmasından ötürü hayattan ayrılmasının ne kadar acılı olduğunu söylüyordum. Hayat o adamın duygu ve düşüncelerine ilgisiz, onun etrafında kaynar; o ise hayatla kaynaşmayı beceremeyerek kendi küçük odasında oturur ve bu odanın her köşesinden yalnızlığın karanlık gözleri ona bakar. Düşünceler mahvolur, çünkü etrafta onları kendisine söyleyeceğiniz kimsecikler yoktur, duygular solar, zira onları paylaşacak bir kimse bulamazsınız...! Ve insan, ölüm kendisine gelmeden çok önce ölür.....
....Mutluluk, kimsenin bilmediği, ama herkesin arzuladığı erişilmesi güç bir hayal gibidir.....


Maxim Gorki, yazıldığına göre yayınlanmamış daha önce bu hikayeleri, ancak öldükten sonra derleyip yayımlamışlar...Unutulmuş Hikayeler/aşk rüyası bölümünden.....Okurken sanki bir bir eşyalar çekildi yanımdan, puslu ve soğuk bir gece içinde bulduklarımla yitirdiklerim çarpıştı....

21 Ekim 2008 Salı

Hakikat



Boka basmış gibiyim arza hübut eyleyeli,
Adem'in sıçtığı balçık hala yaştır.
İşimi emr-i İlahiye me'nut eyleyeli
İşe bak ki başımı derde sokan kardaştır.

Neyzen Tevfik
Toptaşı Tımarhanesi, 1927

yaş çağrı




Binme onların uçaklarına necek mavi olursa olsun,
Kara topraklarında kal be...
Görmedin mi neler yazdı apaçi,
Ne güzellikler aldı çorak bayırlarından yıllardır,
Olma artık kul be...
Yıldızlar da, Tanrılar da çok uzak,
Yurttan ötesi el be...
Anadolu'nun ak güvercinleri var ya, kırkbin koy,
Seni nereye istersen iletebilir,
Anadolu dağlarınca öl be...
Varlıkla yokluğun arası gece gündüz,
Bir ince kıl be..
Kalmasa bile bir tek başka umut,
kalmasa bile yiğidim,
Kişi bir kez olur ölümsüzlüklere doğru,
öl be.....

fazıl hüsnü dağlarca

17 Ekim 2008 Cuma

memnun oldum


"Söyle ben saçlarımı kestirsem ne olur?
Bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur..."
t.uyar

14 Ekim 2008 Salı

sanki



"......Labirent bir delikanlı gönlü bu, içime gömdüklerim var, içinde yitirdiklerim var, beni kandırıp içine girmeden çıkan var...İçimde yoğun bir trafik yaşanıyor, içim içimi denetleyemez bir durum. Elektromangal bir delikanlı gönlü işte......

..... Fırçam ve renk renk boyalarım var. Alev alev dolanıyor içimi çizme isteği. Aslolan çizmek değil, özlem. Bir yol çiziyorum, giderek daralan, perspektif bildiğimden değil, gözlem. Yollar uzakta daralıyorlar, bunu uzun otobüs yolculuklarından biliyorum. Bir kız çiziyorum yolun başına, eline bir çanta veriyorum, okula gitsin, okusun hasbam. Uzun uzun saçlar çiziyorum, işi ne, taransın yosmam. Sonra resme bakıp basıyorum şarabı bardağın gözüne, bardağın gözünün tam neresi olduğunu çok iyi bilemeyerek. Seviyoruz ya, içmek gerekli. Kız çıkıp gidiyor resim kağıdından. Fırçalarımı kırıyorum, boyalarımı atıyorum gayya kuyularına. İçimdeki çizme isteğini bir ressama ciro edip basıyorum şarabı bardağın gözüne... Bardağın gözü olmaz. Çekmece mi bu? Çekmecenin gözünün de bir şey gördüğü söylenemez. Kendin yarat dertleri, kendin üzül, delikanlı bir felsefe......


demiş Ferhan Şensoy "kalemimin sapını gülle donattım" kitabında, sanki ismini özellikle seçtim, sanki bunu da buraya özellikle yazdım..

9 Ekim 2008 Perşembe

Kapak olmuş

Yaşanan son global ekonomik kriz için bir kaç laf edeyim diyordum ama Leman çok güzel özetlemiş kapağında...Görünce yerlere yattım gülmekten zaten almaya gitmiştim çok güzel oldu...Katilizim ısrarlara ve taleplere her bir yerinden delik deşik olana kadar çare olacak gibi görünüyor, dişlilerin dönmesi için daha fazla acı, daha fazla gözyaşı, daha fazla kan, daha fazla yalan gerekli...

6 Ekim 2008 Pazartesi

Tabutta Rövaşata



Derviş Zaim'in bence en iyi filmidir...Ahmet Uğurlu zaten öyle her projede görülecek bir adam değil, eski olmasına rağmen bende bir türlü eskimeyen bir film...Müzikleri Babazula ve Bab-ı Esrar ortak yapımı..Yayınlamaz ki ağzımı bozduğumun kanalları sık sık izlesin millet...Bu filmi izledikten sonra aklıma tek şu söz geliyor, o meşhur şarkının sözü..." Ne kadar rezil olursak o kadar iyi...."

20 Eylül 2008 Cumartesi

V for vendetta



Uzun zamandır arayıp bulamadığım film! Piyasası çok fazla olmayıp, konuda anarşik olunca 2006'da ülkemize gelen bu filmi ancak az önce indirip izleyebildim. Bilenler bilir bir filme sardımmı defalarca izleyebilirim ve izlettiririmde odama her gelen misafire...Burada daha önce de bazı filmlerden bahsettim ve edeceğimde ama bunun yeri inanın şimdiden en üste tırmandı benim nazarımda....Pasif direniş ve sivil itaatsizlik terimini ilk duyduğumdan beri nasıl olmalı bu "devletsiz düzen " diye sorgularken önüme çıkan onca akım arasında bir çizgi roman uyarlaması da olsa itiraf ediyorum en etkileyicisiydi. Belki sayıkladığım şeyler vardı ekranın önünde kim bilir...yarım saat internet aleminde dolaştıktan sonra edindiğim en büyük izlenim, izleyen kitlenin film sonunda "bazı " şeyleri gözden geçirmesi oldu. Filmin içinde o kadar çok aforizma ve muhteşem pasajlar var ki hangi birisini not alacağımı şaşırdım!

Alan Moore'un yarattığı bir çizgi roman sinemaya inanılmaz bir şekilde uyarlanmış.. Yönetmen James McTeigue, senaryo ise Andy-Larry Wachowski ve David Lloyd'a ait...80'lerde İngiltere'de yaşanan olayların ortaya çıkardığı, toplumsal birleşmenin neler doğurabildiğini gösterdiği filmde faşist bir idarenin uygulamaları sonucu, hayatının geri kalanında insanca yaşaması mümkün olmayan birinden bir halk kahramanın doğuşu görülüyor..Türkiye'de çok fazla sempatizanı olduğunu %52 gibi bir sitenin oluşumundan anlayabiliyoruz...Tchaikovsky'nin 1812 uvertürü filmin içinde çokça kulağa çalınmakta, yapmış olduğum ufak araştırma sonucu bununda özellikle seçildiğini düşünmekteyimi zira bu eser Rusya'nın Napoleon'a karşı yaptığı ünlü direnişe adanmış bir esermiş. Genel olarak düşündüğümüzde egemen güçlerin değiştiği fakat savunmanın hala devam ettiği izlenimini kolayca vermekte...

Filmden bazı replikler,
-Bu maskenin altında bir yüz var...
Ancak benim değil
Ne altındaki kaslardan daha "ben"dir o yüz
Ne de altındaki kemiklerden
Bu maskenin altında
Etten daha fazlası var
Bir fikir var...!!!!!!!!!
ve fikirler kurşun geçirmez!!!!

-Fikirlerin gücüne bizzat şahit oldum...
fikirleri adına öldürülen
ve fikirleri savunurken ölen insanlar gördüm...
yalnız,
bir fikri öpemez
ona dokunamaz
veya onu tutamazsınız..
Fikirler kan ağlamaz,
acıyı hissetmezler
ağlamazlar....!

-Toplumlar kendi devletlerinden korkmamalı
devletler kendi toplumlarından korkmalı,
bina nasıl bir sembolse onu yıkma eylemi de semboldür...!
sembollere anlam kazandıran insanlardır..
tek başına semboller anlamsızdır ama yeteri kadar insanla
Bir binayı havaya uçurmak dünyayı değiştirebilir
Şiddet iyi amaçlar içinde kullanılabilir.......

En bomba olanı sona sakladım; " Gerçeğin gücüyle yaşadığım sürece, dünyayı bile fethedebilirim"
Goethe (faust)

kendinize bir iyilik yapın bu filmi bulun ve izleyin.....

16 Eylül 2008 Salı

annemler tatilde

Ana dilinde bu kadar uzun olmasına rağmen Türkçeye "annemler tatilde" olarak çevrilmiş Güney Amerika gerçeği...Filmin yönetmeni Yahudi bir Alman olan Cao Hamburger, yapım yılı ise 2006...

Güney Amerika'da sık sık yaşanan askeri darbelere bir gönderme yapmış olan filmde, ailesi sosyalist olmuş bir çocucuğun gözünden darbe sonrası tatile gidiyoruz diye ortalıktan kaybolan ailesini bekleyişi ve aynı sürece denk gelen 1970 dünya kupasının hikayesini görüyoruz...Efsanevi peleli kadrosu ile Brezilya'nın estirdiği ve sahip olduğu kupa, ailesi ortalıktan kaybolan çocuğu biraz neşelendirse de filmin ana hüznünü bozamıyor...O dönemde hemen hemen dünyanın her bölgesinde aklında aynı dünya düzenini özleyen, isteyen insanlara yapılan muamele bu sefer bir çocuğun gözünden Brezilya'da işlenmiş... Filme bir yerden din ögeside dahil olmuş zira hıristiyan bir çocuk, tam götürüldüğü sırada ölen dedesinin Yahudi olduğunu bilmemekte, yahudi mahallesinde zorluklar yaşamaktadır... Ödülü çok bol olmasa da ödüllere aday gösterilmiş, tarafımdan sıcak bulunmuş, tavsiye edilesi filmdir....

12 Eylül 2008 Cuma

son bakış



28 yıl geçmiş Türk demokrasisine son darbe yapılalı... Bugün ders kitaplarına girmesi gereken, toplumu etnik ve siyasal sınıflara bölmesi nedeniyle üzerinde sosyolojik çalışmalar yapılması gereken, dönemi yaşayanların ayrı ayrı dinlenmesi gereken hazin günlerden birisi...O günden sonra ortaya çıktı bir çok şarkı türkü, o günden sonra doğan çocuklara kulağına küpe olsun diye eylül ismi konulmaya başlandı, o günden sonra ülke bağımsızlık sendromuna itildi iyiden iyiye, şimdi 45-50 yaşında olan anneler, babalar, amcalar o günden sonra derince iç çekmeye başladılar...Bir çoğunun sevdiği, kardeşi, yakını, komşusu o zaman ya kaçtı, kaçırıldı, cezaevine girdi, işkenceler gördü, maalesef bir çoğu ise öldü!!!!60'ların sonunda dünyada yaşanan öğrenci olaylarına ve anti emperyalist başkaldırılara kayıtsız kalamayan ülke gençliği ile doğmuştu herşey, üzerine birde 1961 anayasası ile özgürlüklerin önünü açtığını söyleyen yine ordu güdümlü bir anayasa da işlerine gelmekteydi....fakat nereden bileceklerdi 20 yıl sonra bunları verenlerin, 17 yaşında olmasına rağmen, kemik hastanesi sonuçlarında oynama yaparak yaşını 18 olarak beyan ettikleri nice erdalları asacaklarını.....Bu olaya yazdı Aysel Gürel "son bakış" şiirini, bu olaya okudu Sezen Aksu şarkıyı, Gülten Akın haybeye mi yazdı "büyü "şiirini de onca şarkıcı ağlaya ağlaya okudu???

Şimdi kimse çıkıpta bana vay efendim dönemin koşulları şöyleydi böyleydi, herkes birbirini vuruyordu zaten bu şekilde bir darbeye ihtiyaç vardı demesin zira milletin birbirini öldürmesini isteyenler ya da bu doğrultuda hüküm verenler ile bu tarz bir darbenin olmasını planlayanlar farklı kişilermiydi?

Her ne kadar gargaraya da gelse bu önemli gün, ben bu şekilde değinmek istedim...lütfen herkes birazcık dikkat etsin ana haber bülteninde bu akşam hangi kanal ne kadar yer verecek 12 Eylüle...Ülkenin daha önemli sorunları var öyle değilmi? Zaten ölen ölmüştür yapacak pek birey yok, ateş hep onunla oynayanı yakar düştüğü yerden ziyade değilmi....? Nasıl olduyda TRT 00.05'de bir belgesel hazırlamış bugün için heyecanla bekliyoruz bakalım devletimin güdümlü kanalı neler yapmış? Onun dışında göze gelen herhangi bir yayına rastlamadım...

Hangi görüşte olursa olsun anıyorum kavgadaki yürekleri.....

....Büyü de baban sana büyü de büyü,
Baskılar, işkenceler, kelepçeler, gözaltılar, zindanlar alacak
Büyü de baban sana büyü de büyü
Büyüyüp de ONYEDİNE geldiğinde baban sana
İDAMLAR alacak.....




11 Eylül 2008 Perşembe

kite runner


Bağlantımı değiştirdikten sonra kendimi filme verdim iyice...Hergün en az 3 tane indiriyorum Allah internete zeval vermesin....
Bazılarını paylaşacağım nacizane yorumlarımla....


Türkçeye çeviren şahsın "uçurtma avcısı" dediği "kite runner" isimli 2007 filmi...Aynı isimli kitaptan görsele aktarılmış inanılmaz güzel yapıt. 70lerin son dönemi Afganistan-Kabil'de bir ailenin yaşamı ile başlayan, özelde ise iki çocuğun o döneme bakışını çok iyi görebileceğimiz film, Sovyet işgali ve sonrasında Taliban rejimi ile değişen hayatların trajik bir perspektifte incelemiş...Şiddetle tavsiye ederim zira gördüğüme öneriyorum....!İnsanın içsel çatışmasını, geçmişte yapılan yanlışları, siyasal rejimin toplumsal yaşam üzerindeki etkilerini adama ağlata ağlata anlatan bu hikayenin ya kitabını okuyun ya da bu filmi izleyin derim...İzlemek isteyene dosya şeklinde yardımcı olmaya çalışırım, maksat vatandaşa hizmet....

9 Eylül 2008 Salı

Neveser



Yanılmıyorsam daha önceden paylaştığım bir yazar Cengiz Özakıncı. Anadolu seferinde yolculukta okumak için almıştım yanıma, ki iyi de yapmışım...Çok farklı bir tarzı var ve fark ettiriciliği ile dumanı üzerinde...Yeni çıkan bir kitap değil fakat basımı çok olmasından sakın tüketime yönelik olduğu düşünülmesin... Daha önceki kitabında bahsettiği neveser karakteri üzerine oturan, romanımsı politik bir anlatım...Hikayede geçen bir bir anıdan doğan şu sözlere bayıldım:

Gözümde özleyiş, gönlümde acı
Alnımda sevdanın sıcak izi var
Bana benden yakın, benden yabancı
İçimde dolaşan gezen biri var.....

9 Temmuz 2008 Çarşamba

ELVEDA SSK



Engürüye giderken son anda ateşlediğim sigara eşliğinde odada voltamdayken yanıma oturabilitesi yüksek bir lavuk potansiyeli için bir kitap seçeyim dedim. Şimdi haybeye muhabbet açılmasın diye... Kitapların çoğu sakıncalı olduğu için eğlenceli bişeyler bulmak lazımdı derken şakadanak elim Ferhan Şensoy kitaplarına gitti...Diğerlerinden pek fırsat bulup da elleme imkanım olmamıştı.. "Elvede SSK" isimli eski bir kitabını aldım elime...Yol bitmeden biteceği hiç aklıma gelmemişti...32 dişimle güldüren, her gördüğüm kediye bir isim taktıran ve argo lügatine tekrar hayran bırakan kısacık bir öykü....
Döndükten sonra bünyededi sıkıntıları atmak için diğerlerine de saldırdım...En azından yaz sonuna kadar biraz geride dursun ekonomi,siyaset,komplolar....Şiddetle bkz. derim orta oyuncuları yayınlarından tüm Ferhan Şensoy kitaplarına....

13 Haziran 2008 Cuma

telve

3 vakte kadar yol göründü....Bir tanesi belgeli bile!
Yırtıp attığım o güzel Beşiktaş takvimi inceldikçe inceldi, haziran basamakları tırmanılmaya devam ediyor...Eğreti bir araba gibi tıngır mıngır ilerleyerek sonunda gelindi. Develer tellal pireler berber iken masal kıvamında; hatta eli cebinde, dudağında bir ıslık, aklı haddinden fazla havada çoğu zaman bir takım elbise resmiliğinde hep olumlu ve maça ası kadar heybetli olan ilk sayfalardan sonra, dilini bilmeyenlerin ancak sözlükle anlayacağı son sayfalara gelindi. Soyunularak kılık değiştirildi ya da o her bir yeri ayrı oynayan "bukalemun" hayvanı gibi renkten renge girilerek bulunulan ortamlara adapte olundu, son düdük çok şükür onlarında sonu oldu. Kara kutu doldu....
Bir işaret fişeği gibi bir ileti bu, rengine göre anlaşılması kolay! Büyüttüğümü söyleyende, sallamayanda, yer işgal edip işkembeden coşturanda beri gelsin panayır var!!! Gece ortalık ışıl ışıl olursa ne ala...Şimdi fincanı yıkayıp bekleme zamanı.....................

7 Haziran 2008 Cumartesi

diyalog


boşluğun içinde bir sarmal. her yer gri ve kül, sonra siyahlar ile griler çatışıyor kendini kaybetmiş bazı objelerde takılıyor sarmala yaşamsal kaygılar çok sesli olarak haykırırken ajite bir sürü nida ilişiyor...çıkmaz sokak gibi bir endişe, koşturmaca cümleler daha önceden kulağa çalınmış bildiklerini bilmemek bilmediklerini kestirmek....


5 Haziran 2008 Perşembe

26 Mayıs 2008 Pazartesi

pardon


Bu sahne aklıma geldi şarkıyı dinlerken...O nasıl bir sigara çekiştir!!!

21 Mayıs 2008 Çarşamba

Sürgün

21 Mayıs 1864! Dünyanın en büyük vahşetlerin birisi ki bizim için en önemlisi Çerkeslerin büyük sürgünü... Yavaş yavaş ortaya çıkan bölgedeki emperyalist eğilimler nedeniyle kendi öz topraklarından sürülmüş olan sayıları milyonu aşan bir tarih sayfası...Bundan 144 yıl önce dünyanın her bir yanına dağılmış, dağıtılmış! sürgünde bir çoğu hayatlarını kaybetmiş, kalanlar ise amansız bir soykırıma karşı bağımsızlıkları için savaşmaya devam etmiş...Bugün 144 yıl önce benimde atalarımın topraklarından sürülmesinin yıldönümü...

20 Mayıs 2008 Salı

Perde


Düşmemiş sırrını çözmek ezelin burda bize;
Okunur şey mi bu, gizlerle dolan güç kelime?

Söyleşip durmadayız, perdenin ardında bugün;
Perde düşsün, ikimizden de o an hak getire...

Hayyam

18 Mayıs 2008 Pazar

Valla kurda yedirdin beni


Alev Alatlı'nın "Or'da kimse var mı?" dörtlemesinin üçüncü kitabı... 1993 yılında yazılmış son basımı ise 2007'de, görüldüğü üzere meraklılarının hiç eksilmemesi nedeniyle 14 sene içinde çeşitli zamanlarda basılmış... Adı ilk önce çok dikkatimi çekmişti araştırdım öğrendim "oğul bu muydu sadıklığın, vallahi kurda yedirdin beni" diye bir uzun havadan alınmış. 60'ların sonunda ülkemizde de ortaya çıkan öğrenci hareketlerinden başlayarak 12 Eylül dönemine kadar olan Türk solunu, Kürt ve doğu sorununu içindeki kahramanları gerçek hayattan aldığını düşündüğüm roman...Öğrenmeye ve sorgulamaya elverişli bu roman aynı zamanda akıllarda önceden oluşan bir çok soru işaretini de cevaplıyor kendiliğinden.
Yazar hakkında ise; takip ettiğim politika ve ekonomi yazarlarından birisidir Alev Alatlı...Trt' de programlarının olduğu zaman mümkün olduğunca kaçırmadan takip etmeye çalışırım daha fazlasına bakayım diyenler için; www.alevalatli.com

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Ağır Roman


Üst düzey bunalım içerir!!!Sahneyi izlemeden uyarayım dedim...
Metin Kaçan'ın aynı isimli romanından uyarlanmış, Mustafa Altıoklar yapıtı..Çok da fazla birşey söylemeye gerek yok zira herkesin malumatı olduğu bir film...ama kitabını okumayanlar için özellikle öneririm. Tarlabaşı kolera sokakta yaşanan gerek ağır aksak gerekse dokuz sekizlik delikanlı kıvamında uyku kaçıracak kadar rahatsız edici film. Müzikleri filmin önüne geçmiş darbuka zaafımdan akıllara zarar bir etki bırakmakta üzerimde...Gündelik hayatta başa gelen hepsine ağız dolusu küfürler edilen yaşantı silsilesi...Bu da en sevdiğim sahnelerinin ilki, acayip bir psikoz...Yusuf Taşkın diye genç bir şarkıcın söylediği "ağla sevdam" ile başlayıp Demet Sağıroğlu'ndan "bir vurgun bu sevda" ile sona eriyor sahne... Akıllarda kalan yani en azından benim aklımda kalan repliği:

"Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın,
raksederken mahallenin maşallahı-eyvallahı,
güzelleş be oğlum şimdilik ölümüne kadar hayattasın..."

9 Mayıs 2008 Cuma

Takva


"Yalnızdım seni düşündüm,
seni düşündüm yalnızım..."
Takva

5 Mayıs 2008 Pazartesi

tükenmekte


Cellat uyandı yatagından bir gece
'Tanrım' dedi:'Bu ne zor bilmece;
Öldükçe çoğalıyor adamlar,
Bense tükenmekteyim öldürdükçe..
Ataol Behramoğlu

1 Mayıs 2008 Perşembe

may1s-Köşeyi Dönen Adam



"başları bozuklar var, şimdi bize tek engel
hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel"
can yücel

Sabahtan beri yaşanılan, görülen durumun kısa bir özeti..Jargona göre "sekter"lerin atışması, büyümeden ezilen başlar( pardon ayaklar diyecektim)!
Çok fazla değinmeden bir filmden bahsedeceğim, benim defalarca izlediğim filmin sonu meğerse farklı bitiyormuş...Müjdat Gezen'in romanından uyarlanan, baş rolünde de Kemal Sunal, Ali Şen gibi bir çok ünlü oyuncunun bulunduğu "Köşeyi dönen adam" filmi....Döneminde Türk sinemasında olan sosyal mesajlar ve erotik akım filmlerinin gırla gittiğini düşünürsek bu yapıtı da o kefeye koyabiliriz aslında TEK BİR FARKLA....Sonunu izlemezsek ya da sansürcü anlayışın bitirdiği son ile izlersek ana haber bülteni sonrası çay ile giden klasik Türk filmi geyiklerinden evet hiç bir farkı yok..Biliriz ki filmin sonu Kemal Sunal odaya girer ve bağırır "bok nöbeti kimdee?" film biter...Fakat filmin içinde gelişen diyaloglar, duvar yazıları, dönemin ses getiren eylemleri olan "bisküvi ve pil fabrikalarının grevleri" pek görülmez..Sonunu yakın zamanda temin edip izleme fırsatım oldu, bokun içinde elmas arayan kişilerin suratına küfür gibi bir gülücük fırlatır, dışarı çıkar 1 mayıs'da yürüyen emekçilerin arasına katılır ve 1 mayıs marşı söyleye söyleye yürüyüş eşliğinde film sona erer...

Günün anlam ve önemine hitaben hazır rüzgarda bu yandan eserken filmi de içine alan, dönem görüntüleri eşliğinde Cem Karaca'nın yorumu ile marşı ekledim...

30 Nisan 2008 Çarşamba

Başucu


Herhangi bir kitaba neden başucu kitabı olur derler diye düşünürdüm. Şimdi daha iyi anlıyorum zira adamın şakağına dayalı vaziyette her gece, elinden bırakıp yerine koyunca da sabah gözlerini açar açmaz gördüğü yine o...Burada eğer birde özüne kapılıp, "şairin burda dediği iklim" ya da "maktülün katili" ya da "dönem muhakemecisi" veya "görgü tanığı" vs. oluyorsan yandın çünkü şakağında dayalı olan şey senin rüyalarının mönüsü oluyor...Gün içinde yoğun girilen psikoz halinin her gece soyut dışa vurumu değilmi rüya denilen şey(Freud'a salavat okuyalım). İşte bazılarının bu özelliği var kanımca çünkü hepsine denemez. İçlerinden bir tanesi seçilir çünkü odur seni anlamlı kılan ya da özlediğin, hayalini kurduğun...Ara sıra hiç sebepsiz yere açarsın bi yerini ya da katlamışsındır zaten seni ona yönelten sayfayı, bakarsın okursun daha önceden ezberlediğin satırı..Hep yeni anlamlar bulursun senin için eskimeyen o coğrafyada, ilk okuduğun anda aldığından epeyce uzaklaşmış yepyeni bir yamaca tutunmak üzeresindir, gözlerini kapatınca zaman durur soyutlanırsın yuvarlak olan dünyadan, sen bodoslamadan cümle oldun bile....
Böyle olanlar paylaşırsa sevinirim, hangileriymiş onların şakaklarındaki...

21 Nisan 2008 Pazartesi

teninle konuşmak

Hayır/ Aforizmalar

Eğer aforizma ile ilgilenenleriniz varsa ki herkes az çok sever bu tarz şeyleri, kesinlikle bu özdeyişleri kaçımasın derim...Polonyalı yahudi bir ailenin çocuğu olan Lec herkesin çok kullandığı fakat kimin acaba diye merak etmediği sözlerin sahibi bir şahsiyet. Tabi kolay değil edebiyat eğitimi, ardından sürgünler çalkantılı bir yaşam vs..
Eleştirmen Karl Dedecius'a göre Lec, aforizmalarıyla "inadın, hoşgörünün, şiirin ve mantığın birleştiği en kısa ve keskin terminolojiyi yarattı" bilimsel kitapların yapamadığını yaparak "iki yüzlü gökyüzünün ve süslü püslü cehennemlerin maskesini düşürdü"
En çok tahrip yaratanlarından bazıları,
" öyle büyük boş laflar vardır ki içlerinde bütün bir ulus esir tutulabilir"
"Başkentte köpekler bile merkezi havlar"
"son moda giyinselerde gerçekler hep çıplaktır"
daha fazlası için bi zahmet......

18 Nisan 2008 Cuma

!

"Ey bana kendini büyük tanıtan
Bana bak da varlığından utan.."
...Neyzen...

14 Nisan 2008 Pazartesi

Efendiliğin Reddi


Efendiliğin Reddi; aslında iktisatçı olan Tarık AYGÜN'ün sosyolojik olarak sunduğu bir inceleme. 3 bölümden oluşan kitabın ilk bölümü Mahatma Gandhi'nin Hindistan'da yaptığı pasif direnişi, ikinci bölümü kara inci olarak Amerika'da zenciler için büyük önder olan Martin Luther King'in sivil itaatsizliğini, son bölümde ise bu iki fikrin tarihsel olarak ortaya çıkış noktalarını özellikle faşizan nazi Almanyası örnekleri ile açıklanmış. Açıkcası çok etkileyici ve sorgulayıcı bu kitap sivil itaatsizliğin yaşanmışlıklarını çok güzel sunmuş, kan dökmeden ve silahsız olarak hegamon güçlerin nasıl pasifize edilebileceğine güzel bir kanıt niteliğinde. Keşke bunu bazıları ders niyetinde görebilse....neyse bakalım ne yazıyor arkasında hep birlikte buyrun;


"Doğrudan eylem bir isyanı öğütler "ne gönüllü kulluğu" kabul eder, ne de kendisine kul olacak insanları arar. İktidarın kirletici olduğunu düşünür ve bu nedenle unvanları ve statüyü reddeder. Ne ingilizlerle ne de egemenlik arayan Hintlilerle uzlaşır. Bütünlükçü bir devrim projesi yerine merkeze eşit bireyleri ve onların kurduğu toplumsallığı alan basit bir dünya özler. Güç olarak önünde kendine itaat eden bir kitle yaratmak yerine güçsüzlüğün erdeminden söz eder. Çünkü algılandığının aksine güçsüzlüğü boyun eğme olarak görmez. Ona göre güçsüzlük sıradanlığı getirir. Bu nedenle otoriter değil "benin" farkına varmasını sağlar. "

11 Nisan 2008 Cuma

Dövüş kulubü


Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe.

Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız.


Bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur.


Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var.

Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz.

Büyük bir buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.

Bize dünyanın bokundan ve pisliğinden başka bir şey bırakmadılar.

3 Nisan 2008 Perşembe

Düşmüş Erkekler Masalı


"Ona tabancamı verdim.
ne yapacaım bunu? diye sordu saf saf
Ölmek istemiyormuydun?
İstiyorum dedi
Git, yan odada yap ne yapacaksan..."


20 Mart 2008 Perşembe

O

"ve nuh çiftçi olmaya başladı ve bir bağ dikti ve şaraptan içip sarhoş oldu"
Eski Ahit- Tekvin(yaratılış 9: 20, 21)

16 Mart 2008 Pazar

Gösteri Peygamberi

İlk önce ayrıntıdan çıkan yeraltı edebiyatının tanımı ile başlayalım;
Asilerin,
kaybedenlerin,
hayalperestlerin,
küfürbazların,
günahkarların,
beyaz zencilerin,
aşağı tırmananların,
yola çıkmaktan çekinmeyenlerin,
uçurumdan atlayanların
...dili, sesi Yeraltı Edebiyatı..

Fikirlerine ve tercihlerine son derece saygı duyduğum gizin tavsiyesi ile oluştu tanışma, uzun bir süreçte ne menem bir şey diye araştırmalarımda sürdü..İtaatsizlerin hatta anarşiklerin, ağzı diğerlerine göre biraz daha bozukların ve iki elini yanlara açıp çizgide yürüyen insanların sesi diyebiliriz...Hiç bir okuyucu kaygısı olmadan yazılmış hatta Fight Clup gibi bazıları sinemaya da aktarılmış. Bir hikaye yada değinimler bunlar kadar bütün ele alınmasada bazı yerli denemecilerinde yer üstünde edebiyat yaptıkları söylenemez.
Gösteri peygamberi, hani daha çok merak edin diye değil cidden bazı özellikleri taşmıyorsanız okumamanız gereken bir kitap zira başından itibaren bir yerde kararınız etkili olabilir...Tamamen günümüz, tüketim kültürünü, pornografik hayatı, dinsel sömürüyü, hiççiliği, tek düze insan modelini kendi uslubuyla yorumlamış güzel bir çalışma, okuduktan sonra bok yedim yine bir benzetme yaptım, bizim gösteri peygaberimiz, Amerika'ya ihraç ettiğimiz, "eğitim gönüllüsü", yakın zamanda beraat eden o adam olmasın..neyse tabi bunun yorumu da okuyucuya bırakılsın, siz buna başlayadurun ben bir diğer yer altı edebiyatı olan " Acemi Pezevenk" adlı kitabı arıyor olacağım...

9 Mart 2008 Pazar

Asi Ruh


Asi Ruh
Çarşı'nın kuruluşunun 25. yıldönümü nedeniyle Pancard filmin hazırladığı, yönetmenliğini Hakan Ulak'ın gerçekleştirdiği tüm zamanların en iyi Tribün Filmi'nin son fragmanı...Haziran ayında gösterimde...
şşşşşşştttttt.....biiiiiiirrr, ikiiiiiiiii,üüüüçççççççç!!!!

Dolmakalem Savaşları


Birisine hediye aldığım bu kitabı uzun bir aradan sonra ödünç alıp okuma fırsatım oldu. Açıkcası tekrarlara çok yer vermesinin ortaya çıkardığı "yine mi" durumu dışında teorik bilgileri günlük uslupla veren kitap "dost ve müttefikimiz" ABD'nin Irak savaşındaki amacına yaygaracı B.O.P yazarları dışında biraz daha farklı bir açıdan incelemesi olmuş. Olası ekonomik gündemin de açıklayıcı bir özeti...


Meczup


Meczup ve deli kelimelerine dair en anlamlı tanım şu;
Akıl adamı terk ederse,‘’deli’’; adam, aklı terk ederse, ‘’meczûp’’ derler..!