21 Kasım 2011 Pazartesi

muhtemel, muhakkak...


"Henüz ona dair hiçbir şey bilmediğimi, bütün hükümlerimin tasavvur ve hayallerime dayandığını biliyordum. Bununla beraber, asla aldanmadığıma dair sarsılmaz kanaatim vardı.Hayatım müddetince hep onu aramış, onu beklemiştim. Bütün dikkatimi, bütün varlığını bir noktaya biriktirerek her tarafta bu insanı araştıran, her rast geldiğini bu bakımdan tetkik ede ede adeta marazi bir meleke ve hassasiyet kesp eden hislerimin yanılmasına imkan var mıydı? Bu hisler şimdiye kadar asla hata etmemişlerdi...." (Kürk Mantolu Madonna)


Tekrar okurken bu satırları, derin bir uykunun pamuk kollarına düşmüştü önce gözleri sonra düşleri... Tüm bu cümleler uzak iklimlerin, denizin, mavi mürekkebin doldurduğu bir kalemin çoktan koparılıp el altında saklanan sayfasına yazılarak hem gecesinde hem gündüzünde karşısına çıkıyordu... Sedyesiz bir kalp çarpıntısı cümlelerin orta yerine serilmiş, gözlerin uzaklara dalması ile kendini çoktan kaybettiriyordu! Bildiği tüm kelimeleri yan yana getirerek oluşturduğu kalkanı bile delip geçiyordu, o kocaman tasavvur...

Nereden çıktığı bilinmeyen bir yağmura yakalanmak gibi ya da kuvvetli bir tesadüfün ense köküne indirdiği kocaman bir şamar gibi hissetti tüm olanları... Benzetmek isterken tüm yaşadıklarını her hangi bir zamana ya da olaya, düşünüp gülümsedi benzemiyordu olan hiç bir şey ne güneşe ne de aya!

Varsıl bir kelime tüccarı gibi alıp satıyordu tüm cümlelerini, güneşin battığı noktada ve bir ay ışığının sonsuz beyazlığında kendisini mahmur bir sarhoşluğun kollarında dizginliyordu! Gözleri dalıp giderken herhangi bir odanın dingin bir köşesine, kocaman bir heyecan kasırgası söz gelimi bir rahatlığı yatağından ediyordu... Üşüyünce üzerine alacağı o beyaz kağıdı, daha sıkı olsun diye boydan boya "zırvaları" ile donatmış, "varsın olsun" denen her saniyeyi parmak hesabı ile sayıyordu!

Saat ilerleyince çıkarıp yokladı köstekli kalbini iç cebinden ve bu yoğun tiktaklar da neyin nesi diye keskin bir bakış fırlattı emektarına, hani biraz endişeyle gülümseme arası, bir cümle yarısı, beklemenin sarısı ve olmaz olası samimi bir solukla... Bir zımpara ağzı gibi dudakları, umudun dişlilerinden çıkmış kocaman cümlelerin keskin uçlarını yontuyor rengi, dokusu, kokusu, tadı belli bir masanın orta yerinde servis ediyordu!

Bir temaşa sahnesinin orta yerinde, el değil söz çabukluğu marifetken, heyecanlı damlalar sırtına akıyor, bu kadar sıvı kaybını derya, deniz ve tekmil su birikintileri hayretle izliyordu... Sözcüklerin tuğlalarını oluşturduğu bir kalenin surlarına çarpıyordu tüm düşlerin, imgelerin, manaların ve solukların uyanışı, tıpkıbasım bir zaman dilimini hıncını kağıtlardan alırcasına yırtıyor, gözlerini güneş ışınlarının dik vurduğu perde aralığından aslında çokta uzak olmayan uzaklara dikerek bir günaydını misafir ediyordu...

Hiç yorum yok: