15 Ocak 2013 Salı

Bir Garip Aşk Öyküsü

"Arzu kendi başına masumdur, dedi. Günah olan arzuya karşı tutumumuzdur."


"Onu -en az kendisinin sevdiği kadar- sevdiği kadından yoksun bırakmak içini acıtıyordu... Sonra bir kıskançlık dalgasına kapıldı. Kıskançlık, aşkın yas giysileri içindeki hazin gölgesiydi, ağızda kurşun tadı bırakan minyatür bir ölüm. Bu duygunun nesnesi daha az saygın bir ahlak olabilirdi, ama kıskançlık üzerine pazarlık yapılamazdı, onun kendi hayatı vardı; kıskançlık aşkın iltihaplanmış körbağırsağıydı." 

"İnsan bir hayat yaşadığını sanır, diye içinden bir sesin tısladığını duydu, ama hayat bizim içimizde yaşar be biz onu tükettiğimizde, bizsiz devam eder."

"Platon Şölen adlı eserinde, aşkın kökenine dair şöyle bir öykü anlatır: Eski çağlarda ne erkek ne de kadın, ama bunların değişik karışımları varmış. Bunlar iki yüzlü, dört kollu, dört bacaklı, dört ayaklı vb. imiş. Bu yaratıklar birbirlerine sırt sırta bağlıymışlar, bu nedenle hem ileri hem de geri gidebiliyorlarmış. Bazıları iki erkekten, bazıları iki kadından, üçüncü ve en büyük grup da yarısı erkek yarısı kadından oluşuyormuş. Bu dört ayaklı ilk insanlar, diyor Platon, öylesine iktidar düşkünüymüşler ki, onların bu iktidar açlığı tanrıları tehdit ediyormuş. Bu nedenle Zeus, güçlerini zayıflatmak için onları ikiye ayırmış. Böylece kadın ve erkek ortaya çıkmış. 
Ama onlar tekrar birleşip, eski biçimlerine dönmeyi özlüyorlarmış. Platon böyle diyor, sonra da Barfuss tekrarlıyordu: Aşk iç içe girme geçme özlemidir." 



Çok acayip kitap,  tam bir yeraltı edebiyatı denmez ama bence okuyun.  Kitap özeti;


 "On dokuzuncu yüzyılın başlarında, filozof Kant’ın da doğum yeri olan Königsberg’deki bir genelevde bir hilkat garibesi doğar. Doğarken annesinin ölümüne sebep olan bu canavarımsı yaratık sağır, dilsiz ve ürkütücü bir şekilsizliktedir. Ne var ki çok gizli bir yeteneğe de sahiptir: İnsanların zihnini okur, kalplerinin en derininde olup biteni bilir. Herkül adı verilen bu bebeğe hayatın bahşettiği en büyük armağan, onunla aynı gün genelevde dünyaya gelen güzeller güzeli Henriette Vogel ile birbirlerine duydukları kopmaz aşktır. Ama içinde yaşadıkları dünya –tahmin edebileceğiniz gibi– böyle bir aşkı kaldıramaz, âşıklar birbirlerinden uzağa savrulurlar. Yeteneği başına bela olan, çetin düşmanlar edinen Herkül, on dokuzuncu yüzyıl boyunca aşkının peşinde Avrupa’yı bir ucundan diğerine dolaşır. Tımarhaneler, ucube sirkleri ve manastırların içinden geçerken, dönemin yüksek kurumlarındaki mühim şahısların içyüzüne tanık olur, dehşete kapılır: Gözlerimizin önündeki, kan, hırs ve toplumsal baskıyla, çürüme ve kutsalın kötüye kullanılmasıyla dolu bir tarihtir. İnsan olmanın anlamını sorgularız kahramanımızla birlikte, ama her şey bir yana, garip de olsa sarsılmaz bir aşk öyküsüdür dinlediğimiz. Güzel ve çirkin, saygın ve alçak, yüce ve düşük gibi kavramlarımızı yerinden oynatan, aşkın, nefretin ve duyguların gücünü vurgulayan Carl-Johan Vallgren’in bu müthiş romanı, günümüz İsveç edebiyatının öndegelen yapıtlarından biri."

1 yorum:

nil dedi ki...

""İnsan bir hayat yaşadığını sanır, diye içinden bir sesin tısladığını duydu, ama hayat bizim içimizde yaşar be biz onu tükettiğimizde, bizsiz devam eder."

güzel bir ifade olmuş, okunacak bir kitap daha...teşekkürler tanıtım için :)