24 Ocak 2009 Cumartesi

bir varmış bir yokmuş...



Kulağına sesini , içime rakının beyazını işleyip yola çıktı, gece ile gündüz arasında kavgaya tutuşmuş olan saat 4 ile..uykuyu ensesinde hissederken, camı aralayıp ince ince atan yağmurun suratına vurması ile irkildi. Arkasından rüzgara doğru bir sigara ateşledi ki açık gözleri ile gördüğü rüya son buldu..Araban yolda, o içinde kayboldu..Havalimanı gündüze çoktan geçmiş ne kadar ışık varsa yakılmış sanki oğlan doğmuş gibi...!

İçeri binbir zahmetle girip yerini bulurken, nemrut bir hostesin günaydını bile suratındaki eblek ifadeyi silemedi. Ulan bende "anason parfümü hala duruyormu yoksa bu insanlar bana neden bakıyor" sorusunu vaziyet belliyken cevaplıyor, bu arada tayyare arşa doğru harekete geçiyordu..Boşluğa doğru süzülürken o nemrut karının dağıttığı nane şekeri ile inceden ferahladı reklam filmi havasında. İfadesi hala aynı; bodoslamadan bağlanmış gece ile gündüz, ikisi de birbirine bakıyor uyku bunun neresinde sorunsalı had safhada..Değil kibrit, kütük yaslasan iki göz arasına burada oluşan köprü bir boka yaramadan yıkılır.. Buradan şekillenen ide çaktı komutu, dakika sürmedi gözlerinin kendisini terketmesi..! Rüya gibi ölümü düşünmesi, tayyarenin götünü başını sallaması ile oldu, basınç sancı ağrı o kadar yoğundu ki içinden tam da ağzına yakışacak o cümle çıktı; " düşeceksen düş boğaza da kendimize gelelim..." ilk teker yere değdiğinde, sonunda anlamına gelen, sözlükte tam karşılığı bir küfür yapıştırdı ki tadından yenmez....

Valizlerini alıp yerin altına doğru hareket başladı, sanki günah katsayısı ve valizlerin hissedilen ağırlığı aynı oranda artıyor, daha da zorlanıyordu bu aşağı hareketle..Metro dalgasına yaklaşmıştı, turnikeden geçerken "dit" sesini duyunca o da "diiit" şeklinde onu selamladı..Sağına soluna bakıp acaba bu insanların valizlerinde neler var diye düşünürken, kendi çantasında işe yarar br bok olmadığı aklına geldi, hepsi hepsi devletin onlara sunduğu angarya kreasyonlardan ibaretti..Tam bunu not alıp kafasında direttiği modelde açılımını yapacakken, metroda sadece durak anonslarının 2 dilde, hayvani anonsların ise yalnızca dilimizde yapıldığı farketti, o an "anglo-sakson" amca ve teyzelerin içinden hiç mi sığır çıkmaz sorunsalına girdi ve kıçını kapıya yaslayıp bir kaç durak gitmek orhun kitabelerinden bu yana bize özgümü acep diye o an londra metrosunda olmak istedi...Bu düşünceler ve gözünün içine bakan orta yaşlılar ile uykulu olduğunu haykıran tazeler gözetiminde geçirdi 7-8 durağı, kalk ulan baskısına karşı koyacak artısı çoktu zira uyuma eylemini çekimleyemeyecek kadar uykusuz, aç, akşamdan kalma ve cevap verme yeteneğine haizdi..
Bir vasıtayı da bu şekilde bitirmenin mutluluğu ile otobüs sendromuna girmek adına hazır kıta bekleyen arkadaşına ulaştı.. Tarife gerek kalmayan şu durumu şöyle italikleyerek " cam kenarına bile oturmadı, kıçı o koltukta başı o camda eskimiş birisi için özel denecek bu durum hayli önemliydi...Marmaranın içlerine doğru kıvrılırken araç, balkanlardan bok varmış gibi gelen karı yerlere serpilmiş gördüğünde, gözler tekrar kepenklerini çekiyordu beyazın sakinliğinde... Ara sıra gözleri açıp kapamak bile yorarken bünyesini, mola yeri gelenekselliğine gelinmiş, mikrofonu yutmuş gibi sayıklayan vatandaşın sesi ile araladı gözlerini...Daha üçüncü basamaktayken hemen tespite başladı " ulan bu kadar ecnebi vatandaş ne geziyor burada?" sorusuna cevap çok geçmeden geldi daha sonra açılımını yapacağı terimi buldu " Savaş turizmi".. Bunları bırakıp maktül vaktin katili olup, tekrar az kalan yola devam ediyorken gözleri yine koyuverdi kendini..
Yollar aşılıyor, yerler geçiliyordu ve o yol hiç bitmesin isteniyordu. Hem bitse ne olacak? boncuk dağıtmayacakları aşikardı..Gün son hazırlıklarını yapıyordu akşama yerini bırakmak için, iş rütuşlardaydı..Tam da bu sırada motor sesi kesilmiş, otobüs hareketsiz konuma geçmişti..Sağa sola dönüp noluyor lan sorusuna yanıt çok geçmeden geldi, feribota binilmiş kalk saati bekleniyordu..Otobüs feribota görevi devretmenin haklı gururu içinde efendi efendi bekliyordu..Üst katına çıkıp bir şeyler atıştırma isteği uyanmıştı fakat dışarısı buna izin vermeyecek kadar soğuktu..Göz görebildiğince denizi izlerken, çayın son yudumu ve izmaritten önce ki son duraktayken bir an önce otobüse dönülmeliydi..görevi tekrar devralmış kafasına koymuştu, onları ulaştıracaktı...

farkettiğinde çok geçti, zira yol bitmiş, herşey karşıya geçinceye kadarmış..O ağır valizleri eline almıştı, Ağır adımlar ile hareket ediyordu nedeni de çok açıktı.....Hava, kara,deniz, demir hepsi kullanılmış, yeşillikler arasında yazan komuta uyulmuştu.Dur yolcu....

1 yorum:

_zAhİr_ dedi ki...

iki kez okudum...burada yazanlardan daha fazlasını okudum hatta!