21 Temmuz 2012 Cumartesi

Kaotik Salyangoz/2



Ateşlediği sigarasından çıkan duman varlığını öksürüklerle hatırlatan ciğerlerin dehlizlerinden geçerken, Tekin kahve fincanına uzandı. Kahveden aldığı ilk yudumla ezbere bildiği o tadı ağzında hissetmenin garip hazzı ile rahatladı. Katran yayan, kahve ve sigaranın koalisyonu ile oluşan iktidarın bir gün devrilmesinden korkuyordu. Bu korkuyu en çok kalp çarpıntısıyla uyumaya çalıştığında yaşıyordu. Kalbi ağır, aksak bir roman havası çalıyormuş gibi çarpıyordu. Gittiği ilk doktor Tekin'in kalbinde çalan bu makamın adını bile koymuştu. "Ritim bozukluğu" demişti bu makama. Tekin rahatsızlığını öğrenince sorgulamadı. Değişmesi ya da düzelmesi için bir şey yapmayı da düşünmedi. Kalp diye bir organ olduğunu hatırlamasına yardımcı olduğu için bu düzensizliği bile sevmeye başladı.

Bu arada derin bir iki nefes ile yarılanmıştı sigarası. İç solunum yollarında seyahati bitmiş dumanı burnundan üflerken "bugün ne yapsam" diye düşünmeye başladı. Sigarasını kül tablasına çırpıp, ucunu üçgen yaparken "ne yapacağım? Tabiki dün ne yaptıysam bugün de onu yapacağım" dedi yüksek sesle. Tekin bu durumu son zamanlarda sıkça yaşıyordu. O an aklından geçen cümle, istem dışı dışarı çıkıyordu. Düşüncelerinin tahliyesine şaşıyordu. Aklından taşan kelimeler dudağından dökülene kadar müdahale kabul etmiyordu. Bu vaziyetini düşünürken, yine durduramadan kendini "Yalnızlık, sonu şizofreni olan bir yolda, hiç gelmeyecek bir  otobüsün beklendiği duraktır." dedi. 

Sigarasını kül tablasında öldürüp hızla kalktı yerinden. Bu fevri hareket masanın üzerinde duran kaleme ve çekmecede duran deftere ulaşmak içindi. Kabuğu soyulmamış bu cümleler aklına geldiğinde eğer evdeyse hemen deftere geçiriyordu. Dışarıda ise hemen hemen sadece bu amaç için kullandığı cep telefonuna tuşluyordu. Bu şekilde doldurduğu defterleri liseden beri yatağının altında saklıyor, bir şehirden ya da bir evden taşınacağı zaman da kolilediği ilk şeyler bu defterleri oluyordu. Biten defterleri ara sıra açıp okuduğunda ise çirkin el yazısının referansında yazdığı cümlelerin tarihine bakarak, o ana dönmeye çalışıyordu. 

Ağzından çıkan o cümleyi deftere not aldıktan sonra girdiği psikozdan kurtulmak ve mevcut sessizliğe müdahale etmek için televizyonu açmak istedi. Kısa bir süre aradığı televizyon kumandasını yastığın altında buldu. Televizyon açılırken gözleri, duvarda asılı saate kaydı. Saatin uzun çubuğunun, kısa çubuğundan farklı bir yerde olduğunu, ince çubuğunun ise sürekli bir devinimle, aynı hızla döndüğünü görüp başını tekrar televizyonun ekranına çevirdi.  İşte bu kadardı Tekin'in saatlere bakış açısı. Onun için zaman mefhumu, güneşin yeryüzündeki konumuna göre belirleniyordu. En geniş anlamı ile gece ve gündüzden farklı bir zaman dilimini, detayları ve saatin o an kaç olduğunu merak etmeyi bırakalı çok oluyordu. Hatta o günün pazar olduğunu da mahalledeki sessizlikten ve torbayı almak için kapısını açtığında Murat ve Özlem'in paspasına bırakılmış gazetenin pazar ekinden anlamıştı.

Tüm eski televizyonlar gibi Tekin'in de televizyonunun sesi, görüntüsünden önce geliyordu. Kanepeye iyice yaslanıp başını anlamsızca sağa eğdikten sonra ekrana bakmaya başladı. İlk açılan kanala biraz şans vermek istedi. O kanala ve sonrakilere kendi zaman kavramına göre bir küfür boyu dayanabildi. Beceremediği şeylerden birisi de televizyon izlemekti. Aslında hep özenmişti televizyona kilitlenip gün içinde olup biteni unutan insanlara. Tekin'in o zamana kadar televizyon karşısında en fazla oturabilme süresi, henüz eşinden boşanmadığı ve sarhoş olduğu bir kış gecesi, televizyon yayınlarının kesilmesi ile ekranda çıkan siyah beyaz karıncalara dalıp, karısının gözlerinin içine bakarak gelip elinden kumandayı aldıktan sonra televizyonu kapatma süresi kadardı. Tekin gözlerini odanın uzak köşesine dikip o geceyi hatırladı...

Tekin'in eşi Derya, merkezi İstanbulda olan bir dış ticaret firmasının Ankarada bulunan bürosunda çalışıyordu. İşe Tekin ile evlendikten sonra babası Nazım Bey'in referansı ile girmişti. Firma için gerekli dış ticaret mevzuatını takip ediyor bunun yanı sıra ilgili kurumlarla yazışmaları yapıyordu. Derya'nın işe başladığı dönemde, önceleri gün içinde sürekli birbirlerini arıyor, bir an önce akşam olmasını isteyen cümleleri biri bitirmeden diğeri kuruyordu. Güneşi zorla batırıp, mesaileri törpülemek isteyen bu telefonlar zamanla azalmış hatta son dönemlerde yalnızca akşam ne yiyeceklerine ilişkin sığ konuşmalara dönmüştü.

O akşam da Tekin işten çıkmadan Derya'yı aramıştı. Son zamanlarda sık sık olduğu üzere Derya'nın mesaiye kalacağını öğrenmişti. Tekin telefonda kabul eder bir ses tonu ile "peki" dedikten sonra atkısını ve paltosunu alıp sokağa çıkmıştı. Derya gece yarılarına kadar kaldığı mesailer ile kariyer basamaklarını koşar adım çıkarken, Tekin çalıştığı muhasebe bürosunun bulunduğu Cinnah Caddesinden, Tunalı Hilmi Caddesinin başındaki meyhaneye iniyordu.Haberlerin o gece beklediği kar, Tekin'i Kuğulu Park'a geldiğinde yakalamıştı.    Tekin istifini bozmadan paltosunun yakasını kaldırıp yoluna devam etmişti. Mesai çıkışı tektekçilerin müdavimi olduğu meyhaneye girip bir kaç parça meze ve otuzbeşlik rakı söylediğinde saat yediye geliyordu.

Tekin içinde bastırılamayan bir sıkıntı ve özlemle ilk iki kadehini daha buzları erimeden bitirmişti. Kalanı ise, masada yalnız olduğunu görüp yanına oturan, meyhanenin sahibi Çerkez Hüsrev ile birlikte içmişti. Saat on gibi Tekin hesabı istedi. Hüsrev'in hesap ile birlikte gönderdiği domuz sıkısı yolluğu içip masadan kalktığında saat onbire geliyordu. Tekin Hüsrev'in taksi çağırma teklifini reddedip yürümek istediğini söyleyerek meyhaneden çıkmıştı. Çıkar çıkmaz bir sigara yakıp eve doğru yürümeye başlamıştı. Tekin oturdukları sokağa vardığında köşe başındaki büfenin açık olduğunu görmüş, tereddüt etmeden adımlarını sıklaştırmıştı. Rakının üzerine biraz cila fena olmaz diye dolaptan üç dört bira alıp tezgaha koymuştu. Biraların parasını ödeyecekken, Deryanın da olacağı ve iki üç biraya hayır demeyeceği düşüncesi ile dolabı tekrar açmış, ona da bira almıştı.


Tekin bira paralarını ödeyip sokağa çıktığında, evlerinin sokağa bakan odasının ışığının yanmadığını görmüş ve o an elindeki poşeti yere vurup küfretmek istemişti. Yapmadı. Tekin kayıtsız bir sarhoşluğa beş kala, cebinden çıkardığı anahtarları önce apartman kapısına, sonra da evlerinin kapısına hınçla sokup çevirmişti. Ağır adımlarla eve girerken, boğuk bir sesle "Derya" diye seslenmişti. Derya yoktu. Gelmemişti eve... Tekin ciğerinden bıçaklanmış gibi bir acı ile oturma odasına geçip poşetten çıkardığı biraları masaya dizmişti. İlk birayı açarken saatin oniki olduğunu görmüş, Derya'yı beklerken oyalanmak için televizyonu açmıştı...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

tekin abimin esas hikayesi derya abladır. kerem ile aslı'nınkinden de daha büyüktür allah'ıma... eşsizdir... benzeri yoktur. tekin abim, kurşunlar yemiştir bu yolda. kaç defa ölümlerden dönmüştür... bilekler kesilmiş, aylarca hastanelerde, yıllarca akıl hastanelerinde kalmıştır. derya ablanın peşinden gezmediği şehir, yürümediği yol, görmediği diyar kalmamıştır bu memlekette. öyle değil mi tekin abi, yalan mı?