2 Ağustos 2012 Perşembe

A.B.C

"Evet, yolun sonunda iki adam, şiirin bile fayda etmediği, 
çünkü şiir çaredir bir bakıma ölüme, özellikle de son dize ve her şeye çengel atan kafiye."




Annelerimizin güzelce yıkayıp, jilet gibi ütülediği mavi önlükler üzerimizdeydi. O yıllarda, bazen kücük adamlar bazen de kocaman çocuklar oluyorduk. Aslına bakarsan biz, bu araftan bir ömür boyu kurtulamayan kısa pantalonlu fırlamalardık. Biraz daha açarsak kalemin ucunu, yazgının envayi çeşit roller verdiği hayatta, senaryoyu çok da umursamayan, acayip oyunculardık.

İlkokulda seni ilk gördüğüm günler hayal meyal aklımda... Yanaklarında belli belirsiz çiller vardı, yüzündeki çiller, yıllar içinde silindi gitti. Sonra, yuvarlak camlı, kahverengi bir gözlüğün vardı. O camların altından bakardı siyah gözlerin, kısık kısık gülerdin. Bir de  senin "doğuştan modelli" dediğin siyah, sert saçların vardı. Sonraları A. ile benim saçlarım tel tel dökülürken, senin bitki örtünü anlamaya çalışırdık. Ve sesin. Büyüdükçe tonunu bulup kulağıma kazındı! O zamandan belliydi birlikte bas bariton küfürler edeceğimiz.

Hatırlamadın mı o zamanları? Bak hani kovalamaca oynarken önlüğümüzün yaka düğmesinin koptuğu, top oynadıktan sonra  okulun arka bahçesindeki çeşmelere ağzımızı dayayıp kana kana su içtiğimiz, hani harçlığı alınca kantinden buz gibi fruko alıp kafaya diktiğimiz zamanlar vardı ya işte, o dönemden bahsediyorum. hatırladın değil mi? O zamanlar A. Beşiktaşlıydı hani, senin yüzünden  sonra Galatasaraylı olmuştu.

Hayat sürüyor, zaman geçiyordu  ve onca şey ile birlikte bizde değişiyorduk. Hazırlıktı, ortaokuldu derken aynı sıralarda usul usul büyüdük, boyumuz uzadı, sesimiz çatallaştı, sakallarımız çıkmaya başladı. En çok da bu ara makara yapıyordunuz benimle. Sıra ile okul kapısından sınıflara girerken müdür hep benim sakalıma karışıyor, siz derse girerken beni berbere gönderiyordu.

Derken geldi çattı lise, kendi tavımızda dövüldüğümüz, on numara kafa çekip otuz iki dişimizle güldüğümüz, hıçkıra hıçkıra ağlayıp bir gün bile birbirimizi yalnız bırakmadığımız, ayağımızda kumlu terliklerle dersaneye gidip, çıkışta kale yamacında çekirdek yiyip şarap içtiğimiz bitmeyesice  yıllar...

Üniversiteye gittiğimizde zaten tüketmiştik çoğu yaşanmışlığı, bok var her şeyi erkenden görünce ne olacaksa!   İyiden iyiye belirgenleşti yüz çizgilerimiz. Hatta okul bitince iş güç kovalayacağımız aklımıza  gelmeye başlamıştı. Sürekli, siktir et diyip şimdi içinde bulunduğumuz günleri ötelemeye çalışıyorduk. Dönünce kaldığımız yerden devam etmek için enteresan planlar yapıyorduk.


Ve biliyor musun, hep sorarlar bana ne zaman başladın kalem oynatmaya, yazı yazmaya diye? Bak işte itiraf ediyorum. Lisedeydik, hani benim aileden ayrılıp yalnız yaşamaya başladığım meczup mahzeni, geyik meclisi  o ev vardı ya? Hani altında tekel bayi olan şer yuvası.. İşte sen yine bir akşam aradın beni, ben tam da öss bokuna ders çalışmaya niyetliydim, gıcır bir test kitabı açtım pinekliyordum o esnada. Canım sıkılıyor konuşalım demiştin. Eyvallahı duymadan da kapıyı çalmıştın, elinde münferit poşetlerle. İşte o gece sen  eve döndüğünde, ben de derse tekrar döneyim istedim; ancak kafamın göt gibi olması nedeniyle kalem başka amaca yöneldi. Hiç unutmam o alman karıdan kalma yeşil kağıtlardan birisini aldım önüme ve başladım bir şeyler yazmaya.. İşte katrankaranın müsebbihi de sensin.


Berhan'ım! kardeşim, sen yoksun artık. 3 yıldır direndiğin o lanet hastalık seni aldı aramızdan ve biz sütten kesilmiş bebe gibi kalakaldık. Nefesimiz kesildi, kör bıçakla doğradılar etimizi, kızgın demirle deştiler ciğerimizi. Gözyaşlarımız taştı, dudaklarımız kurudu. Anlamlandıramadık, anlayamadık bu vedayı. Beraber geçen yirmi iki koca senenin her bir anını, seni beklerken A.  ile   birlikte o gece yeniden yaşadık. Ben böyle bir sessizliğin geceyi yırttığını daha önce hiç duymadım. Daha önce hiçbir bekleyiş canımızı  böyle yakmadı. Birbirimize sarılıp çok ağlamıştık; ancak hiçbir hıçkırık yumruk yemiş gibi oturmamıştı boğazımıza!

Şimdi sen söyle? Adını hangi dağa bağırsam içim hafifler? Hangi deryayı, denizi yutsam içimin yangını söner? Hangi kağıt hangi kalem yaşanmış o yılların anılarını yazmaya yeter? Gözlerimi nereye assam yaşları kurur? Neleri alıp içsem senin vedanı bize unutturur?

Üzerine toprak bırakırken, sanki kocaman bir dağ üzerime yıkıldı. Ama sakın yanlış anlama, onlar toprak değil; orada üşüme diye sana giydirilmiş tertemiz bir libastı...


1 yorum:

Adsız dedi ki...

Boğazımda bi' yumru oluştu.