9 Ocak 2013 Çarşamba

eşittir.


Bazen bir kamyon laf söylemek, meramını anlatmak istersin. Sonra derince bir suskunluk çöker ve sadece bir sigara dumanı boşluğuna yer verecek kadar kapatırsın dudaklarını. Tek kelime etmeden susarsın. Dönüp baktığında, zilyon kelimeden oluşan cümleler kurmanla, hiçbir şey söylemeden susmanın gölge boyunun günün her saatinde birbirine eşit olduğunu görürsün. Zira anlaşılmak, sanılanın aksine tek yönlü bir seyahattir. Senin tüm söylediklerine rağmen karşındaki anlamak istediğini ya da içinden geçeni anlıyorsa, zayi edilmiş cümleler kurarak anlaşılmamak ile hiç konuşmadan anlaşılmamak arasında kalırsın. Sonuç en nihayetinde aynıdır, sana konuşup konuşmama tercihi kalır. Hiçbir arafa  benzemeyen bu durum, sonsuz bir baş ağrısı ve bir kalp çarpıntısı ile gelir oturur mono düşüncenin ortasına.   Yıllar boyunca, farklı ses tonları ile "Eski, tozlu, anlaşılmayan kelimeler kullanan, sıkıcı, renksiz, heyecansız" birisi olarak nitelendirildiysen konuşmaman senin yararınadır. 

Senin için artık ne bulunduğun yerin ne de saatin hükmü vardır. O an her şey durağanlaşmıştır. Soru işaretleri kanatır derini, küf kokar bildiklerin ya da bildiğini sandıkların. Birbirinden uzak, bağlantısız şeyler geçer gözünün önünden. Paslı bir geçmişin varsa, metalik yaştopları durumu iyice zorlaştırır. Yerinden kıpırdamayı düşünmezken kontrol edemediğin düşüncelerin, seni hiç olmadık yerlere götürür. Senin dışında gelişir her şey. Yapabildiğin tek eylem, beynindeki düşüncelerin yoğunluğu ile gözünü diktiğin duvar köşesine bakarken, parmaklarını yakan ve sönmeye teşne sigarayı alıp küllüğe defnetmektir.

Cevabı olmayan tüm sorular pantolonun paçasından, gömleğinin kollarından girip tüm vücudunu sarar. Keşkeli, belkili bir sürü cevabın o an hiçbir işe yaramadığını daha önceki tecrübelerinden anlaman ile soruları baştan çözmüşsündür. Ateşler içinde yanan yüreğini söndürmek sadece buzdolabı mesafesindedir. Şekerli ve soğuk sıvıların karaciğere gönderilmesi kısa vadede olayı biraz olsun çözümler. Alkol bazen hastane dışında da pansuman için kullanılır. 

Garip bir şekilde aynada kendine bakarsın. Neden anlaşılamadığını sorgularsın. Aynada kendine bakan göz bebeklerinin titremesiyle önce bunun bir yazgı olduğunu düşünürsün. Bir tebessümün yüzüne en son ne zaman kamp kurduğunu hatırlamaya çalışırken, gözlerinin altında uykusuzluktan ve yorgunluktan oluşan keselere dikkat kesilirsin. Her zaman, her şeyin bir bedeli olduğunu hatırlayarak rahatlarsın biraz. O şişkin gözlerin senin gerçeğin,  kararlarının bedeli olduğunu hatırlaman ile hakkını verdiğin yaşamını bir zemheri ayazı gibi iliklerine kadar hissedersin. O an göz altı torbaların  bunca yaşanmışlığı içinde biriktiren bir gayya kuyusu, bir hediye sepeti gibi gelir.

Uyuşan beyninin labirentlerinde ne aradığını unutmuş, konuşsa ne diyeceğini, sussa nasıl dayanacağını bilmez bir halde yürürken her adımda anlamsızca geriye dönüp bakarsın. Bu septik düşünce, geleceğinin ya da sonraki adımının muhakkak geçmişinin bir yerlerinde saklı olmasındandır. Bir şey bir kere öyle olmuşsa sanki hep öyle olacakmış fikri, aksi yaşanana kadar her insan için her zaman geçerlidir. Bu nedenle tekerrür kelimesi kadehin içinde vaftiz edilmiştir. 

Aslında öyle olmamasına rağmen, renksiz gibi görünen hayatının siyahları her yanını sarmıştır. İçinde barındırdığı renklerin hepsi tedavülden kalkmış, sıkıcı, eksik, kuru anılar gibi ortaya çıkar. Uzun uzadıya ettiğin laflar, gelip sarar her yanını. Sarmaşık kelimeler içinde  boğulacak gibi olursun. Önceki gün pişmesine rağmen bitmemiş bir yemek gibi yüzünü buruşturur hissettiklerin. Bildiğin, belki de söküp çıkarmaya çalıştığın şeyler gelip oturur boğazına. Sıkılırsın, dört duvar üzerine gelir...

Bir hışımla evden çıkmalara gebesindir. Merdivenlerden kaç adımda indiğinin farkına bile varamadan sokak kapısının soğuk demiri sana hava durumu hakkında en reel tahmini verir. Zaten üzerine en kalın "sen"i giyinmişken hasta olman, üşütmen mümkün değildir. Varsın olsun soğuk diye sokağın köşesini dönerken ateşlediğin sigaranın dumanı, soğuktan ağzından çıkan dumanla girift olur. Nereye gideceğini düşünmeden sokağa çıkan birisinin fiziksel komutlarını veren beyninin görevlerini o dışarıda olduğu sürece bacakları yerine getirir. Zira o sırada beyin; ya düşünceleri dondurup içinde olduğu bedeni bir et parçasına çeviriyordur ya da aklından geçenleri ipe dizip lunaparklardaki beş atışa marlboro düşürme oyununu oynuyordur. Bacaklar o sokağa yürürse o sokağa, bu yöne giderse tereddütsüz o yöne gidersin. Senin için artık beyin götten bile daha değersiz bir organ olmuştur.

İfrazat gibi kendini sokağa salan birisi sağlıklı bir insana dönene kadar adımlarını bir sonrakine ekler. Yürür. Nedensiz, hissiz, solgun, kızgın, ürkek, beklentisiz, korkusuz, yalnız ve yorgun adımlar ile yürür. Bu durum çoğu zaman yoğun bakımdan çıkma evresine benzer. Atılan her adım sakinleşmen ve kendine gelmene yardımcı şifa kaynağıdır, ilaçtır.  Tüm ilaçların olduğu gibi bunun da doz aşımının zararı vardır. Yürürken geçen dakikalar arttıkça evde bıraktığınız aklınızdan gitgide uzaklaşır, her zaman hikayesi merak edilen nereye yürüdüğü hiçbir zaman bilinmeyen meczuplara benzemeye başlarsınız. Saat ya da adres sormak için yaklaşan birisi yüzünüzün ifadesinden korkar ve istem dışı adımlarını sizden uzaklaştırır. Nöbetinin bitmesini bekleyen üniformalıların dikkatini çeken de ilk sen olursun. Kamu düzeni ve güvenliği açısından kimlik istenmesi de çok olasıdır. 

Yürüyen bir et parçasına dönenler için en temel matematik formülü, beyin evde kalmasına rağmen çabucak ezberlenir. Formül belli "Sigara=Acı/Yol". Bu formülden yola çıkarak değişkenlerin biri senin içinde çoktan kök salmışken, diğerini belirlemek tamamen spontanedir. 

Adımlar seni tekil bir dünyaya götürür, yalnızlığın en somut hali soğuktan daha fazla hissedilir halde vücudunu sarar. İşe yaramayan, beğenilmeyen, istenmeyen ve ne yapsa kimseye yetemeyen birisi olsan da, kullanılıp atılan bir mendil gibi logar kapağından süzülüp   şehir foseptiğine karışamayacağın için, zamanın seni çürütüp yok etmesini beklersin. Umutla başladığın her günün tavanının üzerine çökmesiyle uzaklaştığın çevrende nefes alanlardan fazlası olur.

O günden sonra her geçen gün derini daha da bularsın katrana. Her şeyi örten siyaha sığınırsın. Sonsuz bir sessizliğin, dev bir yalnızlığın içinde hayati fonksiyonlarını en aza indirgeyerek botanik bir yaşam sürersin. Saksısından taşan çevre hayatları izlerken sorduğun sorular bir çocuğun merakı kadar samimidir. Artık ölümüne kadar geçireceğin tüm hastalıklarda canın yansa bile sesin çıkamayacak, tüm yaştopları içine akacaktır. Defalarca yaşadığın olaylar, hem his anlar, fotokopi acılar ve adaş geceler tekerrür nedeniyle seni hissiz, soluk, sessiz, sadece nefes alan bir yaratığa dönüştürecektir. Muhakkak bu değişim bir gece ya da bir an içinde olmadı, doğduğun andan itibaren yaşadıkların nedeniyle gerçekleşti. Seni doğurduğu gün mutlak bir sevinçle gözlerinin içine bakan kadının gözleri artık sana bakarken yaşlanacak, kendi kaderinden ayıramadığı kader çizgine paralel ve bir elmanın küflenip yok olması gibi yavaş yavaş bitişini kahrolarak izleyecektir.

Düşünme, yürümeyi kes artık, dön artık evine...

1 yorum:

LiMiT dedi ki...

Ezilen yollar farklı olsada niyet çokça benzeşir. Öyleki yürüme eylemi bazen kan vermek gibidir.