9 Ocak 2012 Pazartesi

27/Aylak Adam

...sen ne yaptın?
-Ben uzandım, okudum.
-Ah ne iyi! İmreniyorum senin yaşamana. Bereket arada seni düşündükçe içimin ısınması var. Sen ne okuyorsun?
-The Naked and the Dead.
-Hiç duymadım.
-Bitirince sana veririm. O da bir savaştan bahsediyor, yeryüzündeki bir savaştan... Demek arada beni düşünüyorsun?
-Evet.
-Beni çok düşünmeni istemem.
-Nedenmiş o! Düşünmeden edemem, biliyorsun, seni seviyorum ben.
Sigarasını küllüğe bastırdı. "Nasıl kolayca söyleyiveriyor bunu. Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?"


"Eve gelirken on paket sigarayla bir deste kibrit aldı. Odasının ışığını yaktı. Elindekileri karyolanın altına, boş bavula koydu. Çevresine bakındı. yoktu. Oturma odasını da aradı. Orada da yoktu. Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. Dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu. "


"- Ya içmediğin zamanlar
-O zaman ararım.
-Hep arayacaksın sen. Ya resim, ya kitap...
-Tutamak sorunu. İnsanın bir tutamağı olmalı.
-Anlamadım.
-Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz, sallantılı korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamakalar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur, kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım... Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!


"O gece karsız-yağmursuz bir yürüyüşten sonra eve dönüp odasındaki ışığı yakınca yine resmine baktı.(Ayıktı. Yılbaşı gecesinden beri içmiyordu. Bol dumanlı meyhaneden hindi dolması yüzünden kaçmıştı. Sıkıştıkça içkinin kurtarıcılığına dek düştüğü için hep kendinden utanırdı.) Ertesi gün sıkıcı bir sabaha başlayacaktı. Kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. "iş avutur" derdi babası. O böyle avuntu istemiyordu. Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. Kornasını ötekilerden başka öttüren şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak! Gündüzleri bir okulda ders verir, geceleri sessiz, güzel kadınlarla yatardı istese. Çabasız. Ama biliyordu: Yetinmeyecekti. Başka şeyler gerekti. Güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi. Duvardaki şu resmin nasıl yapıldığını görmüştü: Islık çalar gibi uzanan dudaklar, kırışan genç alın; uzun, umutsuz, koyu mavi bakışlar. Böylesi gerekti ona. Ama resim yapamazdı. Olsun! Yazacaktı. O gece yatar yatmaz uyudu.


Hiç yorum yok: