19 Aralık 2011 Pazartesi

15/Leke


...Gidemezdi. Aklına, kalbine, bedenine bu kadar yabancılaşmışken, bir başka kente gidemezdi. Cinayet mahalinden uzaklaşamayan bir katil gibi, kanatıldığı kentten kaçamıyordu. Oysa vurulup da ölemeyen kendisiydi. Güneye gitse ne olacaktı? Bedenini dalgaların kucağına atsa, derinlere atsa... uzakları, başka hayalleri kulaçlayabilir miydi? Kollarından, bacaklarından önce kalbine kramp girerdi , biliyordu. Barlarda yalnız oturmanın , pansiyon odasında çığlık çığlığa uyanıp yapayalnız olduğunu bir kez daha görmenin iyileştirici yanı ne olabilirdi ki? Acının da hakkı verilmeliydi!

...Bu küçük, bu kapalı, bu iki pervane ile serinletilmeye çalışılan mekana, hemen hemen her akşam uğruyor, kimi zaman kapanana kadar içiyordu. Birileriyle konuşmak, başka hayatlara karışmak geçici bir süre de olsa rahatlamasını sağlıyordu. Kendinden söz etmiyor, edemiyordu. Bir başkasının sorunlarına kulak verirken içinde kopan fırtınaların yelkenlerini yırtarcasına indiriyor, azgın sularda çırpınırken masada konuşulanları dinliyor, zaman zaman bir iki cümleyle sohbete katıldığı da oluyordu. Biliyordu yalnızlık paylaşıldıkça çoğalırdı. Bu yüzden de içinde aralıksız kopan fırtınaları kimselere üfleyemiyordu.

... Sağduyulu olmaya çalışmanın yaşadığı acının büyüklüğü karşısında zavallı bir çaba olduğunu anlaması uzun sürmüyor, "bana sığmayan acı bir başkasına nasıl sığsın ki?" diyordu. Kar gibi acı da yolları tutmuştu. Kabul etmeliydi artık, paylaşılmazdı acı da, yalnızlık da! Madem ki tek başınaydı, bir başkasına bulaştırarak kurtulmaya kalkmanın ne alemi vardı? Anka kendi küllerinden doğduğu için Anka değil miydi?

1 yorum:

antiparadiqma dedi ki...

çok karanlıkmış aslında ama yinede okuyanı ucundan köşesinden yakalıyor gibi..