7 Aralık 2011 Çarşamba

5


Zaman ile köşe kapmaca oynarken öylesine geçen günler... Çaktırmadan perdenin arkasında zulasında biriken hayalleri ile oynayan çocuk bilinçsizliğinde renktaş günleri yaşarken kaç zamandır kaçtığım cümlelerin çengelli iğneler ile kuyruk olduğunu görünce şaştım!

Kullanma kılavuzu olmayan ve paketini yırtıp açtığım cicili bicili yaşanmamış günleri, hiç düşünmeden giyiyorum üzerime... Bir saat daha uzun olsun, yarında yaşarım telaşı olmadan... Dirseklerin isyanına kulak asmadan ve çürürken masa köşelerinde, oradan ayrılmaktansa hep o dolan kül tablasını değiştirmek akla yatkın geliyor...
Masa bazen değişse bile, kültablasının içi, dumanın rengi, göze kaçınca verdiği tatlı acı ile salınan yaştopları, kelimeler, yalanlar, yanılsamalar, yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar hep aynı temaşanın, farklı sahnelerdeki bireysel performansı gibi...Çok mono bir yanma hali, hem de fitilsiz...

Kandırmanın verdiği septik hissiyat bir tül gibi sarmalamış.. Gözlerin yanılsaması bir ok çıkarıp kalbi tetikliyor bazen.. Bir göz teması, teması olabilecekken koca bir gecenin, kıytırık bir kaç cümle içinde bir köşeye fırlatılıyor çoğunda.. Kendinden geçme aslında çok da gizli kapaklı olmuyormuş... Sabah ne kadar yastığa bok atsanda, o kıytırık cümlelerin defalarca geçtiği masada hep o yöne bakmanın verdiği istemdışı yönelişin eseri sancılı bir boyun tutulması! Ya da tutulan sensin, tutkun-tutkulu-istekli-arzulu fakat suskun, boyun burada aracı gibi... Sanki ay tutulması kadar doğal, bir o kadar seyir zevki yüksek.. İşte bir şeyin ona tutulduğundan ne kadar haberi var ise ayın, o kadar haberi var bu tutulmadan... Her şey tabiata uygun, tutulma zamanlarında gecenin siyahı değişir, başka bir renge bürünür çünkü araya beyazı işler ay ilmek ilmek, siyahın hükmü sökmez artık geceye!!! Maviye çalar hafiften; fakat mavi hiç olmamıştır!!!

Hani en çok sevdiğin masalı dinlerken, hep o aynı düş canlanır gözünde.. Gözlerini kapatınca oluşan bizzat senin sahnende sanki o dev hep aynı devdir, sanki o büyücü hep aynı şeyleri giymektedir.. kepenklerini çekince dış dünyaya içinde oluşan o mizansen, o senaryo nizami bir şekilde ilerler.. Defalarca oynadıkları için, denilebilir ki hatta her gece! ezberlemişlerdir oyuncular rollerini efendice, başlangıçta yarattığın o koca masalda bir köşeye çekilir izleyici olmaya başlarsın.. Bir saat gibi işler her şey.. hiç bir müdahaleye gerek kalmaz. .Yastığına bir damla yaş mı akar yoksa, bilinçsiz bir gülümseme mi oluşur tamamen sana kalan, adisyonudur gecenin...Tek başına ödemek zorundasın zira gözlerini açınca herşey birden yok olur...


1968- Vesikalı Yarim
Yönetmen Ömer Lütfi Akad
Baş rollerinde, İzzet Günay-Türkan Şoray

Hiç yorum yok: